31 Aralık 2010 Cuma

son söz

Az önce Mehtap'ın yazısı düşündürdü yine; "yarın ne kadar yeni?"

Ne güzel bir soru, değil mi?

Yarın Ne Kadar Yeni?

Yarın Ne Değişecek?

Yarın Bende Ne Değişecek?

Yarın önemli! Her yeni günün olduğu kadar...

Ama bunun bilincinde olarak yaşarsam ve hayatıma geçirirsem kıymeti var, yoksa sıradan ve birbirinden farksız geçer günler, değil mi?

"Bugünü düne eşit olan zarardadır" sözünü yaşayabilirsem; gece başımı yastığa koyup da günün hesabını yaparken "bir arpa boyu da olsa" yol aldığımı hisseder ve huzurla uykuya dalabilirsem, ertesi güne "dahası için" uyanmaz mıyım?

Az önce kırdığım kalp için pişmanlık duyup, 2 gün veya 1 hafta sonra yine aynısını yaparsam, değişim ve gelişimden söz edilebilir mi?

Değişmek ama daha da önemlisi gelişmek için çok çalışmak lazım ama ondan da önce "istek" ve "kararlılık" gelir. Peki bu istek ve kararlılığı sağlayacak ve diri tutacak güç ne olacak?

O güç içimde aslında!

İNANÇ içimdeki gücüm benim! Zaman zaman saklansa da , oradan tutup çıkaracak ve bu yolculukta bir daha saklanmamasını sağlayacak bir şey lazım...

2011'in gelmesine saatler kala, kafamın içinde binbir düşünce! Her yılın son günü olduğu gibi; içimde hüzün ve sevinç mozaiği yumak olmuş, pastel ve canlı renklerin yansımalarında dans ediyor. Umut ise her zamankinden daha fazla yer kaplamış durumda, "bu sefer başka"yı daha çok hissettiriyor! Derken Mehtap'ın yazısı ve o yazıya yorum bırakırken aklıma gelen sözler, "işte bu!" dedirtiyor bana...

İnancımı körükleyecek iki söz;

"çok yemek, çok uyumak, çok konuşmak" insanın gönlünü öldüren üç şey imiş ya,

"az ye, az söyle, az incit" Mevlana öğüdüymüş ya...


Dahası söze gerek var mı ki?

30 Aralık 2010 Perşembe

2010 giderken...

"2010 için şükrediyorum."

Nefes almaya devam edebildiğim, bazı sağlık sorunlarım olsa da, sevdiklerim hep yanımda ve destek olduğu için;

Çocuklarım ve eşim yanımda ve sağlıklı oldukları için;

Annem, babam, kardeşlerim ve sevdiklerimle; kâh mutlu kâh üzüntülü de olsa, "hep beraber" bir yıl daha geçirdiğimiz için;

Paylaşmanın yüksek hazzını tadabilme fırsatlarını önüme çıkardığı için;

İş'le ilgili kendimi geliştirme fırsatı için;

Başarılı ve verimli bir yıl olduğu için;

Hiç bilmediğim konuların kapıları açıldığı ve ben de başkalarına bilmediklerini aktarma fırsatı bulabildiğim için;

Kendi iç hesaplaşmalarımdaki "+" / "-" dengesinde, "+"'lar ağır bastığı için;

Bir işi "sadece istediğim için" yapma ayrıcalığına ve keyfine sahip olduğum, "istemediğim" işler için ise sabrını verdiği için;

"Farkında olarak yaşamayı" kısmet ettiği ve öğrettiği için;

"insanlara güven" konusunda gittikçe zayıflayan inançlarımı, 2010'un şu son günlerinde üst üste yaşattığı sürprizlerle tekrar yeşerttiği için,

ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM.


Ve 2011!

Her ne olursa olsun, hayat ne getirirse getirsin; umut etme ve şükretmeyi benden ve sevdiklerimden esirgeme!

Bu sene hem ruhen, hem bedenen "zayıflamayı", yani "arınmayı ve tüm fazlalıklarımdan kurtulmayı" çok istiyorum. Bunun için çabalarımın sonuçsuz kalmamasını, düşe kalka da olsa hedefime varmayı ve 2011'in bilançosunda bunun için de "teşekkür" edebilmeyi diliyorum senden Allah'ım...

. . .

Sağlık, huzur, başarı, bereket, umut ve bunların getireceği mutlulukla dolu bir yıl olsun herkese...

23 Aralık 2010 Perşembe

"hep destek"

Bu sene "paylaşma" konusunda gerçekten verimli geçti. Okul Aile Birliği'mizin yürüttüğü kampanyaların haricinde, kişisel olarak da farklı illerdeki farklı okullara (özellikle köy okulları) ulaştım. Ben ne yapabilirim ki diyenlere önereceğim bir adres "kardeş okullar" sitesi. Lütfen ziyaret edin ve öğretmenlerimizin sesine kulak verin.

Çünkü gitmesek de görmesek de o okullar bizim, o çocuklar bizim!

Gönderinin ulaşmasının ardından gelen mailler ve fotoğraflardaki o sıcacık gülen yüzlerin verdiği haz öyle tuhaf ki... Buruk bir mutluluk bu! Paylaşmanın verdiği mutluluğun yanında, elden daha fazlasının gelmemesinden ve yardım elinizi bekleyen daha yüzlerce okul, binlerce öğrenci olmasından kaynaklanan "yetememe" duygusunun verdiği burukluk!

Olsun; kurtarabildiğimiz bir deniz yıldızı da olsa, durmak yok!

Bu yüzden, sevgili Pino 'nun sayfasında gördüğüm yazı ile mutlandım ve buradan da paylaşmak istedim. Kendi çizdiği resmi alıntılayarak, sizi o sayfaya yönlendiriyorum. Lütfen resme bir tık...

19 Aralık 2010 Pazar

1 hafta bitti bile...

Bugün bir hafta geride kaldı.

"3 Günlük Programa Giriş Listesi" ve ardından "10-24 Kasım Listesi" ile devam ediyorum.

İyi gidiyor. Gündüzleri asla sorun yok, malum gece yemekten sonraki alışkanlıklar taşları oynatıyor biraz... O da yola girecek, sabır. 21 gün gerekmiş, bir davranışın alışkanlığa dönmesi için... Bu sebeple sabır lazım, zaman lazım.

Spor yok henüz. Yürüme bandı bel fıtığım için çok da sağlıklı değil (tecrübe ile sabit). Bu yüzden şimdilik tercih etmiyorum. Belki ileride, bir 10 kilo verince tekrar buluşuruz kendisiyle. Peki ne yapacağım. 1. seçenek; dolaba kaldırdığım yürüyüş, egzersiz cd'lerim... Bugün Leslie Sansone ile ufak ufak yürüyüşe başlamayı planlıyorum. İkinci seçenek ise, yüzme. Yaşadığım yerde güzel ve sağlıklı bir alternatif oluştu bu konuda, bunu araştıracağım. Bu arada bir fitness center'a " aylık üye oldum. Gerçekten hastalandım, gidemedim, hemen akabinde iş seyahatlerim çıktı, vs. Rica ettim, üyeliğimin başlangıcını ertelediler, istediğim zamana kaydırdılar başlama tarihimi. O tarih geldi çattı, yine gitmedim. Bu sefer canım hiç ama hiç istemedi. Göz göre göre yaktım verdiğim parayı. Paradan geçtimi sözümde duramadım diye üzgünüm ama ne yapayım "yerim dar/ yenim dar" hesabı... Gönül istemeyince olmuyor işte!

Sabah ara öğünümü yemem gereken saatte dışarıdaydım. İşim uzayınca, ara öğün saati de sarktı. Bundan böyle çantama muhakak "2-3 kayısı + 2 ceviz veya 7-8 fındık/badem" zulalamadan dışarı çıkmama kararı aldım.

Eve geldiğimde gecikmeli de olsa "yoğurt+7-8 küçük siyah kuru üzüm+6-7 küçük badem" ile ara öğünümü yaptım.

Öğle için de alelacele mercimek çorbası pişirdim. İçine Mısır Çarşısı'ndan aldığım kurutulmuş sebze karışımından 1,5 avuç kadar bocalayıp, 2 kaşık z. yağı ve 2 çay kaşığı da himalaya tuzu koydum ve blendrdan geçirdim. 2. yemek olarak ise yağsız teflon sahana 1 yumurta kırıp karıştırdım, pul biberledim. 40 gr. ekmek ile bunları yedim. Yumurta mecburiyetten (protein olsun diye) ama çorba (2 kepçe) severek yendi. Tekrar almamak için mutfağı hemen terkettim :))

Bu hafta hiç mi kaçamağım olmadı sevgili günlük?

Oldu diyelim ve mevzuyu kapatalım. Küçük ve anlık satışlardı. Ayrıca bu hafta alışma haftası olduğu için, o kadarcık kusur hoş görülebilir sevgili bedenim ve metabolizmam tarafından diyorum ve esas yılbaşı haftasında çıkacağım seyahatte ne yapacağım* bakalım diye hafiften iç geçiriyorum :S

* elbette ki hiç birşey yapmayacağım! programım ne diyorsa onu yapmak için azami gayret göstereceğim, bol yürüyeceğim için sporun etkilerine güveneceğim, irademin benimle olması için dua edeceğim :) hepsi bu!

Çok keyifli, sağlıklı, huzurlu ve bol kazançlı bir hafta olsun.

18 Aralık 2010 Cumartesi

aynada ben

Bugün cumartesi ve uzun zamandır ilk kez evimdeyim.

Bunun için midir bilinmez ayrı bir hoşluk var içimde. Evimi seviyorum. Hele bir de yetiştirecek işler, beni strese sokacak sorumluluklar yoksa (mesela ev temiz, çamaşır-ütü sorunu halledilmiş, misafir gelme ihtimali yok, akşama yemek planlaması yapılmış ve bir hazırlık gerekmiyor, vs), yani gün benimse daha da seviyorum evimi ve başlıyorum "ne gibi değişiklik yapsam" diye düşünmeye...

Evin herhangi bir odası o gün nasibini alabilir; ya bir koltuğun, ya da bir dolabın yeri değişir büyük ihtimalle... Veya dolapların içi "yeniden ve farklı şekilde" düzenlenir (gerçi bunu son zamanlarda sadece kendi dolabıma yapıyorum çünkü aradıklarını bulamadıkları gerekçesiyle çocukların homurtuları yüksek sesle çıkar oldu :)

Eğer çok enerjik ve keyifliysem, "saklı bahçem*"i ziyaret ederim.

*İptal ettiğim tuvalete raflar, vs. yaptırdım ve küçük bir ardiye haline getirdim. Orası "benim" saklı bahçem! Benden başka kimse girmez, girmeye de teşebbüs etmez zira "atma özürlü" olduğum için zaman zaman "çöp oda" olmasına ramak kala kurtardığım bir yerdir orası.

İşte keyifli olduğum bir zamanda da orayı temizlemeye girişirim. İşim bittiğinde çöpe giden poşet sayısı o günkü performansımın ölçüsüdür :))

Biraz önce "3 yarım meyveli meyve salatası+3ceviz+7-8 küçük siyah kuru üzüm"den oluşan ara öğünümü yedim. Küçük hobi balkonumu ve oturma odamı "yeniden" düzenleyeceğim öğle yemeği saatine kadar... Sanırım bu hafta IKEA'ya gitmem gerekecek. DVD'ler için portatif raflardan almam lazım. Bizim marangoza sordum, deli bir fiyat çıkarttı. Gerçi IKEA'dan alınanlar için de montaj derdi var ama seviyorum bu işleri neyse ki... 2 haftadır elimde çekiç, çivi, metre; duvarları revize ediyorum, daha doğrusu duvarlardaki resim, tablo, tabak ve benzeri aksesuarları yeniden yapılandırmayla haşır neşirim :)

Gerçekten seviyorum bu işleri. Sorarlar ya, "bu mesleği seçmeseydiniz, ne olurdunuz?" diye.. Eğitimini aldığım meslek ilk hedefimdi ve Allah yardım etti, kazandım, okudum. Ama olmasaymış da severek yapacağım daha nice iş sayabilirim şimdi. Fakat uzun soluklu olur muydu, işte onun garantisi yok! Çünkü bir şeyi "ben istediğimde ve istediğim zaman" yapmalıyım. Zorlama zamanlara sıkıştırılmış işler beni boğar. Bunun için de "hobisini meslek olarak yapanlara" gıpta ettiğim anlar oldu ama hemen çark ettim. Çünkü iş gönüllülükten zorlamaya dönecek, bu da benim için "çöküş" demek!

Bu yüzden "feci kararsızlığımla" seçtiğim hobimi, "ayran gönüllülüğümle" her an terketme ihtimalim varken, bunu bir de meslek/iş olarak lanse etme gereksizliği(!) ortada...

Biliyorum tuhaf bir yazı oldu ama sebebi var... Mehtap sayesinde tanıştığım burçdaşıma "ben nasıl bir teraziyim"e örnek olsun diye yazılmış bir yazı bu... Hepsi bu değil tabii ama şimdilik yeter! Terazi olmayanlar ve/veya terazi burcuyla ilgilenmeyenlere tuhaf bile gelebilir. Çünkü mantık/ölçme-biçme her zaman ve her konuda işe koşulsa da zaman zaman mantıksız/anlamsız işler de benim beceri alanımdadır :((

:))

Sevgili burçdaşım, bakalım bu burcun bendeki yansımaları sendekiyle örtüşüyor mu?

Sevgiyle, iyi bir hafta sonu olsun...

16 Aralık 2010 Perşembe

yeni sezon başladı

Bir kez daha döndüm kürkçü dükkanına. Bir kez daha o girdapta boğulmak üzereyken, bir el tuttu çıkardı beni o kısırdöngüden. Ve bir kez daha "bu kez son" deyip sarıldım listelere...


Can olmadan Canan anlamsızmış ya, Canan'sız da Can tad vermiyormuş.

Bu sebeple, sağlık sorunlarımdan sıyrılır sıyrılmaz düştüm yine Canan'ın derdine, yine o güzelliğin peşine. Çünkü Can derdindeyken öylesine boşlamıştım ki O'nu. Gözümde yoktu ne O, ne de O'na verdiğim sözler... Sonra bir an geldi baktım Can geri gelmiş ama içimde bir boşluk, hüzün kocaman... Doldurmak için lazım olmayan ne varsa yaptım ama dolmuyor...

Mutsuzluğumun tavan yaptığı bir akşam, oturdum ve koydum takkeyi önüme:

" Bak!" dedim.

"Nedir bu halin senin? Birini buluyorsun, diğeri gidiyor. Bu işte bir tuhaflık yok mu? Aslında ikisi de birbirini tamamlamalı, birbirinden ayrılmamalı. Galiba sende var bir tuhaflık!"


"Sen ki denge insanı olmalısın, sen "terazisin"! Evet, az değildir geçmişteki vukuatların, "dengeyi bulmak için yaptığın dengesizliklerle" meşhursundur. Ama "artık yeter!" demek vakti gelmedi mi? Ne kadar yoruyorsun kendini farkında değil misin?


"Hadi silkin ve ayağa kalk. Yıkılmadım, ayaktayım(!) de ama bu acılı bir arabesk parçanın sözleri olarak kalmasın. Yaşa, hisset!"


"Hadi ne duruyorsun, başla yeniden... Yeniden ve son kez!"


* * *


İlk gideceğim yere gittim, bana en iyi gelen yere; Mehtap'a...


6 aydır bana "güzelliği" hatırlatan herşeye kapatmıştım kendimi. Ne kendi blogum ne de diğerlerini canım hiç istemedi. Mehtap geldi ara ara aklıma, ama hiç gitmedim O'nun sayfasına da çünkü beni bu içine düştüğüm tuhaflıktan çıkaracaktı, biliyordum ama ben bu çukurdan çıkmayı istemiyordum. Hiç kimsenin elini istemiyordum.


Evet, tahmin ettiğim gibi. O yine bana iyi geldi.


"Hadi bakalım, toparlanın!" çağrısını 1 Ekim'de yapmış. Yani benim doğum günümde, beni de çağırmış. Ama duymamışım. Yeni kararlar, yeni başlangıçlar paylaşılmış. Güzel insanlarla çıkılan yeni yolculuğun otobüsünü kaçırmışım kılpayı.

Karar verişim ve O'na gidişim 12 Aralık akşamına rastlıyor, kendiminki değil ama oğlumun doğum günü miladım oldu, bir kez daha tuttum ellerini. Yeniden ve son kez...

Bilmem kaçıncı kez olacak ama ben söylemekten bıkmayacağım:

İyi ki varsın Mehtap... Sevgine, emeğine, cömertliğine teşekkür ederim.