30 Kasım 2009 Pazartesi

Aşk

Uzun zaman oldu alalı... Bir türlü sıra gelmemişti ama... Tâ ki bir gün -sadece kilometre hesabınca uzaklarda olan- can arkadaşım telefonda bana sorana kadar:

- Aşk'ı okudun mu?

Bilirim öyle her şeyi laf olsun diye sormaz, önermez...

Ve bilirim ki, bu soru beni eyleme geçirmelidir tez zamanda...

Öyle de oldu ve bu bayram tatilini de fırsat bilip, -okudum diyemem- yuttum (!) kitabı...

"Aşk"

"Elif Şafak"

Asla bir kez okunmakla yetinilmeyecek bir kitap...

Şems'in sanılan ama aslında Elif Şafak'ın olan "40 kural"ı buraya da alıntılayacağım.

Yarın...

25 Kasım 2009 Çarşamba

hesap kitap

Nedense bu aralar canım hiç tartıya çıkmak istemiyor. Bunu genelde şu şekilde okumak gerekiyor: "ipin ucunu kaçırdın.. göreceğin rakam ile dudağın uçuklamasın istiyorsan, uzak dur tartıdan..." Her gün tartıya çıkıp, gramları saymak ne kadar hatalıysa, tartıyı tamamen yok etmek de o kadar sakıncalı. Kontrol olmayan yerde, kontrolsüzlüğün getirdiği rahatlık da sorun yaratabiliyor işte...

Belli bir forma girmek için kendime tanıdığım sürenin bitmesine 52 gün kaldı. Aslında 15 Kasım-15 ocak arasını hedeflemiştim ama şaştı yine hesaplar ve boşa gitti 10 gün.. Önümüzdeki bayram sebebiyle de 3-5 gün sakata gelebilir. Oydu buydu derken bana kalan net 45 gün desem, 45 günde hangi noktaya gelebilirim acaba?

Biliyorum ki kilo vermek hiçbirşey... Allah'a şükür ki, eğer şu boğazımı tutarsam, kilo verebiliyorum. Forma girebilmek, sarkmadan veya hortlak gibi olmadan, gözlerin altı çökmeden vücudun toparlanabilmesi tüm olay.. Bunun için de spor, spor, spor... Başka yolu yok bunun, biliyorum.

Biliyorum da, eski konsantrasyonuma bir türlü geri dönemiyorum. Halbuki son bir kaç gündür, yine motive edici nice güzel sözler geldi farklı kanallardan ve ben çok çok mutlu oldum. "Evet," dedim kendi kendime, "tüm bu güzel sözlerin devamı gelmeli ama sen böyle devam edersen, yakında duyacağın sözler -aa, yine mi kilo aldın?- şeklinde olacak"...

Hayır, yine başa dönmek yok.

Başa dönmek demek, .......... .

Yazmayacağım benim için bunun ne anlama geleceğini çünkü bunu yaşamayacağım.

Teslim olmak yok. Daha evvel oldu, daha evvel başardım, yine olacak... Başaracağım!

23 Kasım 2009 Pazartesi

Günümüz Kutlu Olsun!

24.11.2009

Bugün Öğretmenler Günü idi... Eli öpülesi tüm öğretmenlerimizin gününü kutluyorum.

* * *

23.11.2009

Nasıl bir hafta sonuydu bu? Zaman mı beni kovaladı, ben mi zamana yetişmek için çırpındım, bilmiyorum. Hiç olmazsa geceleri kaliteli bir uykum olsa da dinlenebilsem ama o da yok, çünkü gece de -gündüzün stresinden sanırım- rüya görmekten, rüyalarımda koşturmaktan dinlenemiyorum :(

Ama herşeye, tüm yorgunluklara rağmen, ben bu tempoyu seviyorum. Yeter ki, gönül yorgunluğu, moral bozukluğu olmasın...

* * *


19 Kasım 2009 Perşembe

12 kural

Günaydın!

Burada gerçekten de gün çok aydın, güneşli, içinizi ısıtıyor... Dışarı çıktığımızda da aynı sıcaklığı hissederiz inşallah...

Neyse ki, sabah iyi uyandım. Çocukların bütün isyanlarına rağmen, tuzlu suyla gargara ve bitki çaylı isveç şuruplarını verip gönderdim. Ben de birazdan çıkacağım ama yardımcı hanımı beklerken, dün Mehtap'ın bloguna gelen bir okuyucu yorumunu buraya alıntılamak istedim.

Diyorum ya; Mehtap'ın yazıları bir yana, "mevsimlerden roma" benim okuyucu yorumlarını da 'yuttuğum' bir blog... Her yorumdan bir şeyler öğrenebiliyor insan... Son yazıya yorum eklemiş Ferat, anladığım kadarıyla "başarı öyküsünü yazma sırası kendilerine gelmiş" bir arkadaş... Öykü henüz yazılmakta ama ondan önce "Mehtap'ın 12 Kuralı" adı ile bir liste hazırlamış ve güzelce özetlemiş "sağlıklı beslenme" için ne yapılmalı... Ne mutlu O'na... Tebrik edelim kendilerini ve şimdi göz atalım bakalım Ferat neler yapmış da bu öyküyü yazabilecek duruma gelmiş:

"Mehtap’ın 12 Altın Kuralı

1. Öğrendiğimiz diyet değil sağlıklı yaşam için zevkle yeme kültürü

2. Vücudunuzu sevin

• İnsan kendisi ile barışık olmalı ve sevmeli. Vucunuzu sevin derken sadece fazla kilolarınızı sevin demiyoruz tabiki. Vucudunu seven bir insan kanında fazla şeker ve kolesterol istemez. Vucunu seven insan yüksek tansiyonun yavaş yavaş beyninin bir et parçasına dönüşmesini istemez. Vucudunu seven bir insan iki üç merdiven çıktıktan sonra nefes nefese kalmak istemez. Sonuç itibari ile kendimizi ve vucudumuzu seviyorsak eğer ona iyi davranmalı ve ona en iyi formu vermek için emek harcamalıyız. Yanlız, bunu söylerken 90-60-90 ölçülerden yada üçgen vucutlu ve 6 katmanlı karın kaslarından bahsetmiyorum. Burada bahsettiğim sağlıklı bir insan vucudu, tastakır kuru bakır bir manken bozuntusu vücudu değil.

3. Mehtab’ın kitabında suçluluk yok.

• Bazı şeyleri fazla kaçırdığımızda hiçbir zaman suçluluk duymayacağız. Onun yerine fazladan kaçırdıklarımız için bir 10-15 dakika daha spor yapmalı yada bir öğün yeşil çorba yemeliyiz.

4. Ara öğünleri hiçbir zaman kaçırma.

• Ara öğünler bir sonraki öğüne 1 saat kalana kadar yenebilir. Eğer daha az var ise bir sonraki öğün biraz öne çekilmeli ama ara öğün kaçtı diye öc alınmamalı.

5. Geri kalanı sebze ile doldur.

• Yediklerimizden doymadığımız hissi duyuyorsak, yeşil yapraklı ve bol sulu sebzeler ile arayı kapatmalıyız

6. Az çeşitten çok yemek yerine çok çeşitten az.


• Bir şeyden çok yemek yerine birkaç şeyden az az yiyerek öğünlerimiz zenginleştirilmeliyiz .

7. Tartılmak yok.

• Kesinlikle hergün tartılmamalı, en sık olarak haftada bir olabilir eğer ilk 6 haftayı tamamladıysanız.

8. Canınız istiyorsa vücudunuz istiyorsa kaçmak yok.

• Canınızın çektiği bir şeyi besin yapısına baktıktan sonra kesinlikle yemelisiniz. Mesela canınız baklava istedi. Bir kaç hafta bir tepsi baklavayı hayal etmek yerine. Bir ara öğününüzde bir dilim baklavayı yiyerek özleminiz büyümeden dizginleyin. Ama kesinlikle suçluluk duygusu hissetmek yok.

9. Ne kadar emek o kadar zevk ve sağlık

• Öğünlerinizi hazırlarken yada seçerken özen gösterin. Mümkünse önerilen seçenekleri anlayıp kendi seçeneğinizi yaratın. Yediğiniz şeyleri zorunlu olduğunuz için değil istediğiniz için yiyebilmelisiniz. Mesela ben 4 kuru kayısı ve 8 bademden oluşan ara öğünüm ile nutella sürülmüş yarim dilim ekmek (50 calori) ve bir küçük elmadan oluşan ara öğünüme hastayım.

• Yeşil çorbayı damak tadınıza göre değiştirerek hazırlayın. Kurul 8’i hiç unutmayın. Mesela eğer yeşil çorbayı pişirerek yiyorsanız, soğan katmayı deneyin. Hatta çok az salça bile katabilirsiniz. Ayrıca en sevdiğiniz baharatlar ile süsleyin ve onu özenle hazırlanmış güzel bir yemeğe dönüştürün. Özellikle sindirim sisteminden şikayetçi arkadaşlar yeşil çorba konusuna özen gösterip kendirelerini ve sindirim sistemlerini büyük bir dertten kurtarabilirler.

10. Vucudunuzu şaşırtın.

• Yediklerimiz hiç bir zaman iki gün üst üste aynı olmamalı. Vucudunuzu hep şaşırtmaya çalışın. Kolay diye hep aynı ara öğünü uygulamayın mesela.

11. Toplam kalori değil çeşitlerin kalorilerisine dikkat etmeliyiz.

• Yediklerinizin kalori toplamına bakmak yerine kullandığınız malzemelerin teker teker kalori değerlerini düşük tutun. Mesela dilimi 130 kalori bir ekmek yerine, dilimi 45 calori bir ekmek tercih edin. Aynı mantığı diğer yediklerinize de uygulayın. Ayrica sindirimi emek isteyen yiyecekler şeçin, mesela lifli sebzeler, kereviz, marul, yeşil soğan, bol yapraklı sebzeler, vs.

12. Ne zamanbaşınız sıkışsa cevabınız yeşildir.

• Yani baktınız doymadınız bir şey yemek istiyorsunuz, o zaman cevabınız yeşildir. Mesela yeşil yapraklı sebzeler yada bol su içiren sebzeleri götürün, mesela hıyar, kereviz sapı (Amerikan krevizi), yada marul. Burada özellikle dikat etmeniz gereken nokta kökümsü sebzelerden uzak durmak.Mesela patates, havuç, ve turp gibi sebzeleri salata niytetine tüketmemeye çalışın. Yani yediğiniz sebze toprağın altından geliyorsa, sebze olarak değil karbonhidrat olarak tüketilmeli."


Teşekkürler Ferat!

"Sağlıklı Beslenme Anayasası" nın bu temel 12 kuralı, çıktı alınarak buzdolabına asılacak...





18 Kasım 2009 Çarşamba

"olmaya devlet cihanda..."

Bugün zor bir gündü çünkü üzerinize afiyet sabah baş ağrısıyla kalkıp, tüm gün gittikçe artan bir ağrıyla çok yoğun ve stresli bir tempoda devam edip, akşamı zor yaptım.

Eve vardığımda çocukların yemeğini zor hazırladım... Böyle zamanlarda yaptığım, bir tülbenti az soğuk su ve çokça kolonya ile ıslatıp başımı bununla sıkmak (çok sıktığım için iki kere kaşımın üzerini kolonya-sanırım kalitesizdi- yakmıştı! neyse ki, iz kalmadı) ve uzanmaktır. Yine öyle yaptım, uyumuşum. Kalktığımda baş ağrısı yerini sersemliğe bırakmıştı...

Galiba bugün biraz evham da yaptım. Sabah kalktığımda sanki yutkunurken zorlanır gibi hissettim, üzerimde de bir ağırlık olunca ve tüm gün şu "H1N1 aşısına onay" üzerine velilerle çeşitli diyalogları dinleyince, "acaba"lar da fazlaşıyor kafada... Belki buna stres yaptım... Bol sıcak ıhlamur (elma, tarçın, karanfil, tane karabiber, adaçayı, kekik, limonlu) çok iyi geldi.. Bir de su kaynatıp soğuttum, içine tuz katıp, yatarken ve sabahları yine gargara yapacağız... Bir ara hem tuzlu suyla gargara yaptırıyordum evdekilere, hem de İsveç Şurubu veriyordum günde 2-3 kere... Çocuklar çok mırın kırın etmeye başladığından, ara vermiştim ama yine başlamak lazım...

Çocukların derslerini kontrol edip, nihayet onları yatırdıktan sonra, iki gündür hiç vakit bulamadığım blogları şöyle bir dolaştım... Ama hiç keyfim yok, çok oyalanmadan yatmak istiyorum. Dinlenmem lazım...

Bunları yazarken de aklıma Kanuni Sultan Süleyman ve meşhur sözü geldi:

"halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi..."
Uzunca bir zamandan beri, tüm dileklerim -herkes için- "sağlık" temennisi ile başlar. Önce sağlık, sonra huzur... Gerisi "kıymet bilen için" zaten gelir...

16 Kasım 2009 Pazartesi

gıda terörü

Az önce posta kutuma PDA grubumdan gelen bir maili paylaşmak istiyorum:

****************

"Değerli dostlar,

Ben inşaat mühendisi olmakla birlike yaklaşık 18 yıldır yemek sektöründeyim. Yemek Sanayici ve İş adamları Derneği başkan yardımcısı, Ankara Sanayi Odası gıda komite üyesiyim.

Bu sürede öğrendiklerimi yazmaya sayfalar yetmez. Ancak birkaç bilgi aktarırsam ne demek istediğim daha iyi anlaşılır:
  • "Soya Kıyması" adıyla satılan ürün yağı alınmış soya küspesidir. 25 Kg torbalarda kg fiyatı 1,5 tl civarındadır. Kullanırken ılık suyla ıslatılır 1 kg soya kıyması 3 kg su emer. yani kullanım fiyatı kg da 50 krş tan aşağı olur. Gerçek etin 20 tl/kg olduğu yerde tabiiki bunu önce sermaye kullanır: maret, pınar vs gibi hazır "tıpkı annemin köftesi gibi" köftelerin tamamı soya katkılıdır. şirin gözükmesi içinde mix kıyma, soya proteini vs. gibi farklı isimlerle ambalaj üzerinde yazılmaktadır. yani et diye soya küspesi satıp, annemin köftesi gibi aynen diye reklam yapıyorlar.
  • BİTMEDİ: bu soya zımbırtısı granül veya toz halinde , beyaz , açık kahve, koyu kahve , kırmızı, yeşil renkleri vardır. tadı nötüre yakındır. cevizle karışıp baklavaya, kıymayla karışıp köfteye , unla karışıp ekmeğe, keke vs. ye giriyor.
  • Marine kuşbaşı diye bir et satılıyor şimdi , normal kuşbaşı etten ucuz. bir özel kimyasal karışım suyla ete emdiriliyor. % 20 su basılıyor ete , böylece fiyatı ucuzluyor. ancak bu tuzlar sizin kalp, şeker, tansiyon vs , rejimlerinize zarar verirmi bilmiyorsunuz. yemeğe tuz atmıyorsunuz, ama başka tuzları bilmeden yiyorsunuz. yemek şirketinizin et giriş faturalarında "mix kıyma" ve " marine kuşbaşı " var mı, bir kontrol edin bakalım.
  • PEYNİR ALTI SUYU TOZU: Adı üstünde, peynir üretiminde kalan su sıcak plakalara püskürtülüyor, buharlaşma sonucu elde edilen toz işte. nerede kullanılıyor? peynirli çizi de peynir mi var zannediyorsunuz. tüm bisküvi ve kek sektörünün birinci sınıf dolgu maddesi. kg fiyatı 50 krş gibi bişeydi.yediğiniz bisküvit, kek, kraker vs paketlerin üzerini bir okuyun bakalım içinde şeker ve un dışında tanımadığınız kaç kalem malzeme var. bir top keki toptancısı 15 krş a satıyor. anam-babam usulü un,yumurta ve yağ ile yapsanız 30 krş malzeme maliyeti var, ambalaj, üretici karı, nakliye ve toptancı karı vs eklenince nasıl o fiyata satılabiliyor? çünkü kek değil kek benzeri kimyasal bir şey alıp yiyoruz. paketin üzerini okuyun anlarsınız.
  • bezelyenin kurusu öğütülüp fıstık süsü verilerek tatlılara konuyor.
  • pul biberin, karabiberin, kimyonun vs ektractı var, kilosu 5 tl ye satılan sucuklarda gerçek baharat mı var sanki. bazılarında zaten sucuk benzeri ürün yazıyor.
  • bir danadan 25-30 kg sinir çıkıyor . -40 derecede dondurup öğütüyor sinir unu yapıyor sosise basıyorlar. şarküteri ürünlerine dikkatli bakın. %100 dana diyor, dana eti demiyor, anlayın işte.
  • tavukların boyun , taşlık, kanat ucu vs gibi ticari değeri olmayan her yeri kemikleriyle öğütülerek "mekanik kıyma " isimli bişi yapılıyor. tüm tavuk sucuk ve salamlarında bu var, siz tavukların göğüs etlerinin kıyma yapıldığını sanıyorsanız fena yanıldınız.

Bütün bu işler T.C.Tarım ve köy İşleri Bakanlığı izni ile yapılıyor. Tamamen ve her yönüyle gıda terörünün cenneti olan yurdumuzda izinle bunlar yapılırken siz varın kaçak yapılanları düşünün,

Bütün ekmeğe tavuk döner 2 tl , yarısı işkembe,

ööööffffffffffff, sıkıldım gene...

GDO ne ki o daha yeni farkedildi, devede kulak bile değil. bugünkü hürriyette yılmaz özdil'i okuyun oda iyi dokundurmuş. Bunlar işin yemek faslı, daha gıda ambalajları var, koruyucular var vs.kıyamet kopuyor da bizim gıda mühendislerimizin sesi soluğu yok ortada, bir garip yemekçi inşaat mühendisi çarşı pazardan topladığı bilgileri ortalığa döküyor.

sevgiyle kalın,
S.Erler "

***************

İşte böyle...

Gerçekten hâla şaşırabildiğime şaşırıyorum ben artık...

Bütün bunlar icebergin sadece görünen ucu ve bizler de sadece hakettiğimizi yaşıyoruz, maalesef! Araştırmaz, öğrenmez, uygulamazsak, bize ne verilirse onu yemekten başka da seçeneğimiz kalmaz!

FSD'de de vurgulandığı gibi, "Çocuklarımız ve Geleceğimiz için, Endüstriyel Gıdaya HAYIR!" diyerek, hiç olmazsa bir ucundan başlayabiliriz...


15 Kasım 2009 Pazar

Elif Şafak

Sabah yazdığım yazıda konu dışına çıkıp, "kadının bir pazarı bile yok, kendine ayıracağı" diyordum ya... Diyordum ama "konu bu değil" deyip, bırakmıştım orada...

İlerleyen saatlerde gazetelere göz atarken, Haber Türk/Pazar'da Elif Şafak'ın yazısına takıldım ve "hah" dedim, "işte bu!"

Öyle güzel yazmış ki... İnternette bulamadım ama düşerse buradan paylaşmaya çalışırım. Giriş kısmını ise üşenmeyip alıntılıyorum:

" Yap-boz 'puzzle' gibi bazı kadınların hayatı. Parçalar bir bütüne tamamlanıyor elbet ama parçalı kalma hali hiç değişmiyor. Bazen kendimi aynı anda havada sekiz top çevirmeye çalışan bir akrobat gibi hissediyorum. Öyle zamanlar oluyor ki toplar uyum içinde dönüyor, muazzam bir dengede, ahenkle. "Vay be," diyorum kendi kendime, "aynı anda ne çok iş yapabiliyorum". Öyle zamanlar oluyor ki bütün toplar sözleşmiş gibi çıkıyor yörüngeden, hepsi paldır küldür kafama iniyor. Hiçbir şeyi tam yapamıyorum."

diyor Elif Şafak ve ne güzel tercüman oluyor tüm duygulara...

sessizliğin düşündürdükleri

Eskiden çook eskiden, cumartesi özellikle de pazar günleri, " hele de okula giden çocukları olan aileler için" evde toplanılan günlerdi.

"Özel" pazar kahvaltısının ardından; tüm fertler tembellik yapma hakkını kendinde gördüğü için, gazete ve dergilerin ortalarda kalmasına, çocukların odalarının bir türlü toplanamamasına pek aldırılış edilmezdi.

Diğer aile üyelerinin rehavetinin yanında, annenin yaşam temposunda bir azalma olmadığı gibi aksine bir bir ivme bile söz konusu olurdu, o da ayrı... Hele bir de çalışan bir anne ise :(( Tüm hafta bekleyen ev işleri, yıkanıp ütülenecek çamaşırlar, ertesi gün için planlanan zeytinyağlıların yanında pazar günü için çocuklara özel "anne eli değmiş" bir şeyler hazırlama çabaları... Kişisel bakım veya kişisel gelişim veya eş-dost ilişkileri için ayrılması gereken zaman bunların dışında...

Neyse de, konu bu değildi aslında!

Konu, eskiden hiç olmazsa pazarları ev ahalisinin evde toplandığı idi...

Şimdi?

Herkes bir tarafta!

Çocukların kimi dershanede, kimi sporda, kimi özel derste... Sonra çarpraz olarak değişip; dershaneden çıkan spora, spordan çıkan özel derse, özel dersten çıkan dershaneye... gibi gün sonuna kadar üçlemeyi tamamlayacaklar.

Eş, bu trafiğin akışından sorumlu ulaştırma görevini "şehir dışında olmadığı sürelerde" üstlenmiş durumda...

Anne, üstte yazılan bildik ev işleriyle meşgul... Gazeteler ortalığa saçılmamış, hatta henüz ilk sayfa bile açılmamış... Odalar derli toplu...

Ama ev ıssız, sakin... Dışarıdaki tarfik gürültüsünün azlığı, bir de evi saran mis gibi kek kokusu da olmasa, herhangi bir hafta içi günden farksız... Yani hiç PAZAR GİBİ DEĞİL!

Pazar günleri kiminin de aklında "banyo, çamaşır ve biraz da "kaos" günü" diye kalmış... Bunu kardeşim, bazı arkadaşlarım ve bir köşe yazarının (ismini hatırlamıyorum) kendinden ve çevresinden verdiği örneklerden biliyorum... "Pazar'ları hiç sevmezdim..." diyordu o yazar bunları sebep göstererek. "Sevmezdim"... Acaba hâlâ aynı kanıda mı, o günlerle ilgili... O zaman için sıkıntılı gelen anlar, şimdi özlem yüklü olabilir mi, kimbilir?

Hayatın yüklediği yeni sorumlulukları, yeni görevleri, yeni rolleri elden geldiğince tam yapmaya çalışırken, ıskaladığımız tüm değerler ve bunların getirdiği boşluk duygusu ile geçmişe duyduğum özlem -belki de artık yaş icabı- gittikçe artıyor benim için... Özlüyorum!

14 Kasım 2009 Cumartesi

kıpırdanma başladı

Dün okuldan gelir gelmez, üzerimi değiştirip yürüyüş bandının üzerine attım kendimi... Eğer bir kaç dakikalığına bile oyalansam, "bir soluklanayım, gazetelere bir göz atayım, şunu yapayım bunu edeyim" desem, yine erteleyeceğimden korktum!

Yazdan beri vücudumun iyice hamlaşması sebebiyle, "herhalde 3 hızında ancak yürürüm" diyordum ama öyle olmadı... 4.5-5-5.5 hızda fixledim... Gerçekten özlemişim, çünkü zamanım olsa 1 saat daha yürüyebilirdim!

45' yürüyüş

15' roller ile pedal çevirme

20' basen bölgesine masaj (titreşimli masaj aletiyle...)

Yani 2 gün önce "rüyamda veya hayalimde" yaşadığım gibi...

Kendime verdiğim sözü tuttuğum için mi, spor yapmanın endorfin salgıladığı gerçeğinden midir bilinmez, bir mutluydum bir mutluydum dün gece...

13 Kasım 2009 Cuma

yalnız değilim

Beynim son zamanlardaki yeme dengesizliklerimden dolayı suçluluk duygusu ile öyle çok başetmeye çalışıyor ki, bu sabah uyanır uyanmaz kendime söylediğim ilk şey "dün gece yine çok kaçırmışsın, bak yine nasıl şiş karnın!" suçlaması oldu...

Tam "suçlu, ayağa kalk" psikolojisindeydim ki; "hayıııırrr" dedim, "ben yapmadım!"

Ohh!

Evet, ben yapmadım... Dün hiç beni kötü hissettirecek bir yeme bozukluğu eyleminde bulunmadım. Yemekten sonra bile! Bir çay tabağına aldığım "küçük bir avuç" beyaz leblebi-siyah kuru üzüm karşımı vardı ıhlamurumun yanında.. Avuçla yemekten, kibar kibar tane ile yemeye geçmiştim dün gece...

Şişliğimin sebebi ise, malum dönemin kapıda olması...

Düşünüyorum da, iyi ki şu beynimi kemiren "suçluluk duygumu peşime salan iç sesim" yanlışlarımda hep peşimde ve beni devamlı dürtüklüyor. Ya olmasa ve pes edip, "ne halin varsa gör" dese, beni bana bıraksa! Halim nice olur...

Çünkü uyarı alıp alıp bildiğini okuyan bu bünyeyi taşımak kolay iş değil...

Allah'ım iç sesimi benden alma, lütfen!

12 Kasım 2009 Perşembe

söz

"Başarısızlık, yeniden ve daha zekice başlama fırsatından başka bir şey değildir. Başarısızlığı herkes tadar, ancak başarının bedeli azimli ve kararlı olmaktır" demiş, Henry Ford...

Ben de buraya taşıdım, belki biraz feyz alabilirim diye...

***

Dün akşam işten dönüp, biraz dinleneyim diye yatağa uzandım. Beynimde "vücudumu bir türlü harekete geçirememiş olmanın verdiği" rahatsızlık...

Sonra birden kalkıp eşofmanlarımı üzerime geçirmem, bir süre koşu bandında yürüyüşüm, ardından yerde bacak hareketleri, elektrikli masaj aletinin en sert aparatı ile 20 dakika basen bölgesine masaj... Sofrada zaten yaptığım "maximum dikkat"i, yemekten sonra da gösteriyorum ve çayın yanında "cıs" olan hiç birşeyi ağzıma sürmüyorum... Azimli, kararlıyım... Aldığımdan beri içine giremediğim pantalonum, elbisem öyle güzel duruyor ki üzerimde... 2 ay sonra katılacağım düğünde beni zor tanıyorlar... Hafifim, mutluyum...

"Anne, ne zaman yemek yiyeceğiz?"

Gözlerimi açıp bakıyorum... Oğlum!

Şöyle bir uzandığım yatağımda "hayal kurarken, nasıl olması gerektiğini imgelemeye çalışırken" uyuyakalmışım. Üzerimi örtmediğim için her tarafım buz kesmiş...

"Tamam oğlum, şimdi hazırlıyorum" deyip doğruluyorum...

Bir süre aklımın başıma gelmesi ve gördüğüm "düş"ün etkisinden biraz daha çıkmamak için yatakta otururken; bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha karar veriyorum:

"bu düşlerde kalacak kadar uzak bir hayal değil"

Hayallerimi hedef haline getirmek için yol haritamı yeniden gözden geçirmem gerekiyor.

Yazacağım...

9 Kasım 2009 Pazartesi

özlüyoruz


Sadece Kasım'larda değil,
her zaman...
Sevgi, Saygı, Minnet ve Özlemle anıyoruz.

6 Kasım 2009 Cuma

yemiyorsak sebebi var...

Fikir Sahibi Damaklar'dan bir bülten daha...

Diyorlar ki:

"Yemiyorsak sebebi var: SOYA"

"Biz GDO'lu gıdaların yönetilmesini değil, yasaklanmasını istiyoruz....ve diyoruz ki: bize katılın, GDO orucu tutun.Yönetmelik ne derse desin, üzerinde GDO'suz yazanı arayın ya da organik ürünü tercih edin.Düşünün ki raflardaki onca gıdaymış gibi yapan ürün siz satın almazsanız karlılığını yitirecek. Düşünün ki, gıdaymış gibi yapan onlarca kavanoz, kutu ve şişe siz satın almadığınızda üretenlerine birer zarar olarak geri dönecek.Cebinizdeki o binbir güçlükle kazandığınız paranın alım gücüne güvenin.Onu gerçek gıdaya yatırın."

...

Buradan ulaşabilirsiniz...

Lütfen okuyalım, okutalım...

"artık yemeyeceğim"

Üstteki postun konusundan ("Yemiyorsak sebebi var: SOYA") etkilenerek, sevilen eski bir şarkıdan apartma yapılmış sözler dilimde:

"artık yemeyeceğim,
bütün kabahat benim..
ne kadar ağlasan boş,
ne kadar yalvarsan boş,
sana dönmeyeceğim..."

***

Bir anne olarak "dengeli ve sağlıklı beslenmeyi" çocuklarım için kendime dert ettiğimden beri; okuyor, araştırıyor, uygulamaya çalışıyorum...

  • evlendiğimden beri, yaz sonlarında; yapabildiğim kadar çok domatesi, kavanozlarda (hani şu sıcak halde kavanozu ters çevirme yöntemi) veya dondurucuda kış için saklıyorum,
  • biber salçamızı bazı seneler annem yapıyor ama domates salçası hazır alınıyor :(
  • tarhana, erişte ben bildim bileli evimizde yapılır... tarhana hâlâ öyle; önceleri anneannem, şimdi annem... sağolsun, küçücük balkonunda başarıyor... ama erişte imece usülü yapıldığı zaman kolay, bu yüzden uzun zamandır bizim eve özel yapılmıyor da, "komşuda hazırlanan, bize de düşer" hesabı, anneme köyden komşuların verdiklerini annem de bize dağıtıyor ki o da 1-2 pişirimlik... ama ben yeni bir erişte makinesi aldım: erişte, spagetti, herşeyi yapıyor ve bu ev yapımı makarnanın lezzeti (içindeki gerçek yumurtadan dolayı, vs.) hiçbir şeyde yok diyorlar... (bu arada n'oldu diyet demek yok! çocuklar için bu...)
  • yaklaşık 4 senedir, ekmeğimi kendim yapıyorum (ekmek makinesi için örnek olan tarçın'ın mutfağı teşekkür),
  • katkısız ve doğal, üzerinde kalın bir tabaka kaymak biriken sütümü o zararlı ilan edilen ama güvendiğim "sokak sütçüsünden" alıyor ve yoğurdumu, bazen lorumu bu sütten yapıyorum (bu konudaki bilinçlendirme yazılarından dolayı teşekkürler FSD grubu),
  • "çocuklarımı toprakla, üretmekle daha fazla haşır neşir etmeliyim" diye düşünüp araştırdığımda karşıma çıkan PDA'ya da sonsuz teşekkürler ki sayelerinde 2 senedir -yazları da olsa- bazı sebzelerimizi, domatesimizi kendimiz üretiyoruz.
  • ürünlerin etiketlerini daha dikkatli okuyor, mümkün olduğunca evde yapılmış gıdalar tüketmelerine dikkat ediyorum.
  • bazen -çocuklarıma göre- çok abartıyorum ve falancanın annesi gibi olmadığım ve onları rahat bırakmadığım için eleştiriliyorum, bazen de -doğru ve yanlışı öğretip, kendi kararlarını kendileri versinler diye- abur cuburlarına göz yumma konusunda esnek olabiliyorum... eğer ipun ucu çok kaçıyorsa, yine dizginleri ele alıyorum... ama öyle zor ki etraftaki albenisi son derece yüksek tüm endüstriyel gıdalara karşı bu savaşı yürütmek!
  • son birkaç senedir gösterdiğim bu titizliği neden daha önce de göstermedim diye hayıflanıyorum ve biliyorum ki; kadın bilinçli olursa, anneler bilinçli olursa tüm toplum bilinçlenir!

Bu bilinci oluşturmak adına, sadece GDO değil, ülkemiz ve dünyamızı ilgilendiren sağlık ve diğer tüm konularla ilgili bulduğunuz her şeyi okuyun ve paylaşın... Bilgili nesillerin yetiştirilmesi, eğitimin yaygınlaştırılması ve eğitim seviyesinin yükseltilmesiyle sağlanacak bir bilgi toplumu sadece hayal olmamalı...

özümüze dönebilsek

Bizim evde sabahları kahvaltı yaparken "habertürk" kanalı açık olur ve -bilenler bilir- bu kanalda saat 08.00'dan itibaren de köşe yazarlarının o gün gazetelerinde çıkan haberleri okunur... Sonradan doyamayıp, bir kez daha görerek, dokunarak, koklayarak okunsa da, sabah erkenden "kim ne demiş"i bir çırpıda almak çok pratik ve yararlı oluyor... Böylece çocuklar da -yaşları icabı henüz köşe yazarlarının hepsini takip edemeseler de(spor yazarları hariç :)) farklı görüşleri dinleyerek, en azından bir kulak dolgunluğuna sahip oluyorlar.

Ne uzun bir girizgâh oldu!

Bu sabah -üslubuna bayıldığım- Yılmaz Özdil'in yazdıklarını dinlerken kâh güldüm, kâh vahlandım. Neden mi, buyurun:


"GDO’lu diyet tarifleri

Haliyle panik halindesiniz... “Nasıl anlarız? Genetiği değiştirilmiş organizma yemekten nasıl kurtuluruz?” filan.

Şöyle...
*
Annaneniz öpülesi elleri parçalanırcasına, ovalaya ovalaya tarhana yaparken, siz, “Aman annane be, boş versene” deyip, marketten hazır çorba alıyordunuz ya... Annane rahmetli oldu ve siz, o tarhananın tarifini annaneden alıp, bir kenara yazmadınız ya... İşte o nedenle, siz, genetiği değiştirilmiş organizma yemekten kurtulamazsınız maalesef.
*
Ne verirlerse...
Onu yiyeceksiniz.
*
Kız evlat yetiştiriyorsunuz, en iyi okullara gönderiyorsunuz... Piyano çalıyor, İngilizce konuşuyor, Grammy alanları tek tek biliyor. Bilmeli... Ama alt tarafı limon, şeker ve su kullanıp, limonata yapmasını bilmiyor! Yoğurdu çırpıp, ayran yapamıyor, ayran... İşte o nedenle, kızınız, genetiği değiştirilmiş meşrubat içmeye mahkûm maalesef... Torunlarınız da.
*
Zahmet edip sütlaç yapmadığınız için, kek yapmaya üşendiğiniz için... İçinde ne olduğunu bilmediğiniz gofretleri, mısır patlaklarını kemiriyor sizin oğlan! Hamur tutmayı, şöyle mis gibi ıspanaklı bi börek yapıp, çantasına koymayı bilmediğiniz için, hamburger bağımlısı oldu. Tahin-pekmezi “köylü işi”, vıcık vıcık yağ fışkıran kremaları “modernite” sandığınız için, daha 10 yaşında ayıya döndü, yuvarlana yuvarlana yürüyor, tıkanıyor, merdiven çıkamıyor.
*
Size zor geliyor ama, zor mu evde yoğurt yapmak? İstanbul’un güneşi müsait değil, anlarım, zor mudur İzmir’de, Antalya’da, Adana’da evde salça yapmak? Şikâyet edip duruyorsun, içine katkı maddesi konuyor, zorla beyazlatılıyor diye... İster tam buğday unundan, ister çavdardan, hakikaten zor mudur evde ekmek yapmak? Bütün ailen kabız... Tonla para verip, abuk sabuk ambalajlı-meyveli saçmalıklardan medet umacağına, niye öğrenmiyorsun kabak tatlısı yapmayı?
*
Güya, çoluğunu çocuğunu düşünüyorsun, taze taze yesinler diye, pazara gidiyorsun... Eğri büğrü biberlere, doğal olduğu için tuttuğunda ezilen domateslere ağız burun kıvırıyorsun, hormonlu, tornadan çıkmış gibilerini alıyorsun... Ne işe yaradı senin pazara gitmen?
*
Kocanız da, bu satırları okuyup, size akıl verecek şimdi... Söyleyin ona, ukalalık etmesin, götürün aktara, hatmi çiçeğiyle zencefili birbirinden ayırt etsin, ondan sonra konuşsun!
*
Enginar, börülce, radika, cibes pişirmekten haberin yok; gazetelerin tiraj almak için kıçından uydurduğu kıçımın uzmanlarından fıldır fıldır brokoli tarifleri öğreniyorsun... Brüksel lahanası yiyerek mi AB’ye gireceğini sanıyorsun?
*
Çin’den bal getiriyorlar mesela... Taaa Arjantin’den, Meksika’dan bal getiriyorlar. Neymiş efendim, içinde genetiği değiştirilmiş organizma olabilirmiş falan... İçinde tavuk ibiği, maymun kulağı olmadığına şükredin! Ben iddia ediyorum... Kaşla göz arasında frankeştayn ürünlere kapıları açan arkadaşlarla, Amerikan çiftçilerinin avukatı profesörlerimiz, sırf karakovan balına sahip çıksa, Şemdinli’de, Pervari’de terör bile azalır, terör bile.
*
Uzatmayayım.Mutfak genetiğimizi kaybettik biz.
*
Elin adamı, mısırdan, soyadan, domatesten önce beynimizin DNA’sını değiştirdi!
*
Hurrraaa diye köyden kente göçerken, dışarda tıkınmayı şehirleşme zannettik. Ambalajlı ürün tüketmeyi, zenginleşme zannettik.
*
Dolayısıyla, ya kafayı değiştirip, özümüze döneceğiz... Ya da ne verirlerse onu yiyeceğiz..."


--------------------------------------------

Ne yerinde tespitler, değil mi?

Gerçi PDA'nın mimarı Tansug'lardan gelen mailin başlığı "GÜNAYDIN!" idi...

"Kocaman bir "Günaydın"! günlerdir mahut GDO Yönetmeliğine dört elle sarılıp sürekli haber üreten, Bu arada ister istemez yıllardır sadece dar çevrelerde konuşulup çözümler aranan doğal beslenme konusuna da değinmeye başlayan ve doğal döngüyü farkeden kitle iletişim araçlarına!..Kimi çevrelerde bu konunun yaygın biçimde ele alınmasının grip aşısı v.d. konularda dar boğaza girilmesi üzerine "gündemi değiştirmek" amacıyla yapıldığı söyleniyor... Öyle bile olsa bir kere Pandora'nın kutusu açıldı... Gene de çok dikkatle izlemekte yarar var bu iletişim fırtınasını...Önemli olan "sonuç" çünkü, her zaman olduğu gibi..."

demişler. Haklılar da...

Ama her işte vardır ya bir hayır, acaba bu GDO fırtınası da bir şeylere vesile olur da bir parça da olsa özümüze döner miyiz?

Kimbilir?

"Bir anne olarak ben neler yapıyorum?"

Yarına...

Sevgiyle ve sağlıkla...


4 Kasım 2009 Çarşamba

kampanya ve duyuru


Pino'nun sayfasında okuyup da yönlendiğim bir kampanyayı ben de buradan duyurmak istedim:

"Benim naciz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. "


Rahat uyu Ata'm... Cumhuriyeti'nin yılmaz bekçileriyiz.

***
**
*

II. duyurum da şu GDO ile ilgili:

Fikir Sahibi Damaklar grubunun göndermiş olduğu bülten burada...

Lütfen okuyun okutturun...

Tepkisiz kalmayın... Neler yapabiliriz?

Mesela aşağıdaki örnek gibi bir form hazırlayıp, etrafımızdaki insanlara imzalatabiliriz:

"
Sağlıklı gıda yemek istiyoruz
Gıda ,tohum haktır
Genetiği Değiştirilmiş ürünleri bu ülke topraklarında ve gıda olarak sofralarımızda istemediğimizi beyan ediyor, GDO’lu ürünlerin ülkemize serbest giriş ve serbest dolaşımlarının, çıkarılacak Biyogüvenlik Yasası ile kontrol edilmesini, bunların ekilip dikilmesini yada gıda olarak tüketilmesini istemeyen halkın iradesine saygı gösterilmesini istiyoruz.
ADI SOYADI ŞEHİR MESLEK İMZA
"




GDO'ya hayır grubundan gelen bir mail'i paylaşıyorum:

"From: gdoyahayir@yahoogroups.com [mailto:gdoyahayir@yahoogroups.com]
Subject: [gdoyahayir] TARIM BAKANLIĞINA GDO FAKSLARI


arkadaşlar,

ziraat müh od ist şb tarım bakanlığına mısır balonu kampanyasında toplanan imzaları fakslıyor.

tarımsal araştırmalar genel müd
faks: 0 312 3153448 - 3432118

tarımsal üretim ve geliştirme genel müd
faks: 0 312 2870041

koruma ve kontrol genel müd
(faksı araştırılıyor)

bu genel müdürlükler yönetmelikte adı geçenler.

faksı olan ve elinde imzalar olan arkadaşlar da bu eyleme başlayabilirler.

ahmet"



Biz de okulumuzda çocuklarımızla konuşuyoruz; artık yiyecek konusunda çok daha dikkatli ve seçici olmalarını öğütlüyoruz. "Fikir Sahibi Damaklar"ın bültenini büyütüp öğretmenlerimizle paylaştık. Yapacağımız "Sağlıklı Beslenme" konulu bir seminerde de velilerimizle paylaşımlarımızı sürdüreceğiz.

Hedef GDO'nun geri çekilmesi... Olmadı, etiketlerde bilgilendirme hakkımızın bize verilmesi... Ama asıl önemli olan artık seçici olmak ve "şüpheli" hiçbir gıdanın yanına yaklaşmamak...

Bugün okuldan dönerken çocuklarımla konuştum. Maalesef bayılıyorlar mısır gevreğine, patlamış mısıra... Cips, bisküvi, vs. de ara sıra da olsa evimize giriyor... Neden vazgeçmeleri gerektiğini, neden dikkatli olmamız gerektiğini, şimdi bir şey olmuyor gibi görünse de, gelecekte onları nelerin beklediğini anlattım... Dinlediler, "peki annecim, artık almayız" dedi ufaklık... "Ama patlamış mısır da mı yemeyeceğiz?"

Siz tepedekiler; çocuklarımıza, geleceğimize neler yaptığınızın farkında mısınız?

!!!

ben ne şekerim yaaa!!!

kafam gitmiş nerelere gittiyse...

dün sabah kalktım, ayın 4'ü sanıyorum ve sabah tartıldım...

geceyarısı olmadan da, harala gürele yazımı yetiştirmek için çabaladım (hayır efendim, kimse balkabağına dönüşmeyecek ama tartıldığım gün yazmış olmak istedim..)...

"yayınla" deyip de kontrol için sayfaya baktım ki yazının tarihi "3 kasım" !!!

meğerse ayın dün 3'ü imiş.. yani tartılmaya daha 1 gün varmış

:((

:))

gülerim ağlanacak halime... ne diyeyim...


Not:

Kurallara uymak lazım! Madem ayın 4'ü bugün, bu sabah da tartılmak şart!

(içses): "Sen sadece işine gelen kurallara uyuyorsun ama özellikle diyet konusundaki kuralları takmıyorsun... Mesela dün akşam 1,5 minik saray helvası ve 10 kadar da sarı leblebiyi mideye indirirken, kural mural yoktu, di mi!!??!!"

(Dışses): "Bir dakika lütfen, kafamı karıştırma. Burada ilginç ama ilginç olduğu kadar da güzel bir haber vermeye çalışıyorum.Asıl tartılma günüm bu sabah idi ya! Ben de bu sabah tekrar tartıldım. Dün sabah 93.6 iken bu sabah 93.1 çıktım. Yani dünden bu yana -500 gr... Allah Allah! Yani süper tabi de, nasıl oldu anlamadım. Piller de taze :) Acaba tazeledim diye bana kıyak mı geçti?

Ayrıca o saray helvası; çok çok değer verdiğim, saygı duyduğum bir insanın izzet-ikram getirdiği hediyeydi. Çok minik dilimlerdi. Buçuk olan da ufaklığın tabağında kalandı, ziyan olmasın diye yedim... Leblebinin ise mazereti yok! Üstelik de öyle bayattı ki..."

(içses): "Peki, hadi bir seferlik diyelim. Ama bundan sonra, mazeretli veya mazeretsiz, oyunu bozarsan, bedelini ödersin... Bu akşam saat kaç olursa olsun, yürüyüş yapacaksın. En az 35'... Ha, bir de iki gün üst üste "cıs" olmayacak. Anladın umarım...

(Dışses): "Evet, anladım. "Cıs" yok, hele iki gün üst üste hiç yok. Mesela bu akşamki davette sadece Mehtap'ın listeden seçim var: balık, havuçsuz yeşil salata, su... Ne Kalamar ne karides çeşitlemeleri, ne helva!!! ühü..ühü..ühü..."

3 Kasım 2009 Salı

uzun ince bir yol

Tartım bozulmamış, sadece pili bitmiş. Sevindim.

Kaç senelik tartı, bitmiştir.

Şimdi taze pillerle, taze taze tartılacağım.

Ama bugün rutin aylık tartılmamı yaptım ve artık 1 ay tartı yok! Yasak!

Neden?

Çünkü başa döndüm. Çünkü bir türlü bayram önceki o müthiş motivasyonuma geri dönemedim. Çünkü kör, topal, 1 ileri 2 geri bu işi götürmek istemiyorum. Çünkü... Çünkü...

Sabah çıktım tartıya. Çok şükür ki eksilme var. Çok mu? Bir önceki ayın rakamına bakarsak, hayır! Sadece 400 gr. Ama fotoğrafa geniş açıdan bakarsak, aslında grafiğin bir ara epey yükselmiş olduğunu, buna rağmen yine de -400 gr.ın "başarı" sayılabileceğini farkederiz.

Neyse...

Sıkıldım!

Asla "sağlıklı beslenme kararlılığımdan" değil... Kendimden... Kendi kararsızlığımdan...

Bunun için, başa dönmeye karar verdim.

Mehtap'ın sınıfına kayıt olduğum Mayıs'09 dan beri, devamlı takipteyim yazdıklarının... Yorumlarını bile sonuna kadar okuduğum, notlar aldığım tek blog... Gerçekten de çok keyifli orada olmak...

Ama itiraf ediyorum; bütün listeleri birebir uygulamamıştım. Her listeye, eski bildiklerimden katkılar yaparak, bildiğim değişim listelerini katarak, yani kendi yorumumu da katarak birşeyler yaptım... Bazen DKZ (doyma sinyallerimi dinleyerek) uyguladım, bazen kalori saydım... Başarısız da olmadım aslında... Azar azar hep verdim...

Şimdi sorunum ise konsantremi kaybetmiş olmam. "Kendime yeni yollar bulmaya çalışıyorum, yeni kaldıraçlar" demiştim geçenlerde... "Spora başlarsam, olacak" da demiştim... Ama başlayamadım. Biliyorum ki bu gerçekleştiğinde kendimi çok ama çok iyi hissedeceğim. Az kaldı, biliyorum... Çünkü herşeye baştan başladım:

Mehtap'ın listelerine 1. haftadan başladım. 2. günüm bitti. Açlık falan yok gündüzleri, hatta ara öğünleri bazen zamansızlıktan atlıyorum (olmamamalı, biliyorum!)... Esas derdim olan "akşam çay ve yanında birşeyler atıştırma" da, şu an için sessizliğe bürünmüş görünüyor... Akşamları; bitki çayı, metabolizma çayı falan içip kendimi kandırmaya çalışıyorum...

Benim yeni yolum bu...

4 Aralık'taki tartılma günümde 89.9'lara artık kavuşmak ve sayfanın en altındaki ticker'a yeni bir hedef yazmak dileğim...

Kendimi seviyorum ve bunu hak ediyorum!

1 Kasım 2009 Pazar

ya herru ya merru*




Cumhuriyetimizin 86. Yılı Kutlu Olsun. Yüce Ata'mızı, değerli asker arkadaşlarını ve tüm şehitlerimizi bir kez daha minnetle, saygı ve sevgiyle anıyoruz.
**********************
*******************
**************

Çarşamba sabahı tartıldım. Aslında rutin tartılma günüme daha vakit vardı ama hem 3 günlük detoksun sonucunu görmek, hem de yolculuk öncesi ne durumda olduğumu ve dönüşte ne durumda olacağımı net saptamak için "ara tartılma" yaptım diyelim.

Detoks öncesi 94,7 kg. (evet, son tartılmadan sonra bir +700gr. daha!)
Detoks sonrası 93,1 kg. (güzel:))

Güzel de, dönüşte ibrede "+" görürsem, kendime ceza vermeye karar verdim. Verdim de nasıl bir şey olacağına karar vermedim. Lütfen, lütfen eksilme olmasa bile aynı rakamı göreyim.. Pleeeesa!

Şimdi yolculuğa bu kilo ile çıktım..


Dönüşü yazacağım..

Şu anda otel odasında hareket saatini beklerken yazıyorum. İnternet yok, kısmetse eve varınca aktaracağım yazdıklarımı.


Kısaca beslenme düzenimi yazarsam:

Efendim; çarşamba sabahı kahvaltımda yine hayvansal bir ürün yoktu. 1 Küçücük dilim çavdar ekmeği, 6-7 adet annemin yaptığı kırma yeşil zeytin (şimdi tam mevsimi ve bu mevsim bu zeytinleri dört gözle beklerim), domates, salatalık, maydanoz ve ıhlamurlu bitki çayı... Midem de kafam da rahat!

Yolculuk kendi arabamız ile gerçekleşecek ve bu sebeple eşim kıtalararası gidecekmişiz gibi erzak depolamış, her zamanki gibi!

Çocuklara ve eşime ikram ederken, ben de; 1 avuç kadar şamfıstığı, 1 avuç kadar leblebi, 500 ml. bitki çayı, 2 adet müthiş ama müthiş un kurabiyesi (bunu bir ara denemeliyim: antep'ten gelen bu un kurabiyesinde tereyağ ve kristalize şekerin damağınızda bıraktığı lezzet ile beyniniz uyuşuyor resmen!)...

Bunlar arabadaki "ara öğünler"...

Öğle ikindi arası 1 porsiyondan az köfte (8-2), acı biber soslu... Sonra yine yolculuk ve 1 un lkurabiyesi ile 2 mandalina...

Akşam yemek yok, birkaç adet leblebi var...


Perşembe sabahı; yeşil çay, 1 dilim çavdar ekmeği, kaşarlı omlet.. Kahvaltıdan sonra 1 adet un kurabiyesi (kutu bitse de ben de rahatlasam!)... Arada 2 adet expresso... Biri sade, biri kremalı..


Bu arada, gittiğimiz 2. cafede, kahvenin yanında gelen incecik rulo yapılmış minik kağıt dikkatimi çekti..

Meğerse burada adetmiş, belki bizde de veya başka ülkelerde de yaygındır ama ben yeni gördüm, hoşuma gitti! Fincanın kenarına bir (onlara göre) "niyet kağıdı" koyuyorlardı. Bulgarca bilmediğim için eşimin asistanına çevirmesini rica ettim.
Benim fincanımdaki kağıtta yazan söz tam da benlik çıktı:


"Uzun yolculuklar bir adımla başlar."

(İçinde bulunduğum durumu bundan güzel anlatan başka söz şu anda aklıma gelmiyor)


Bu uygulama okuduğum bir hikâyeyi getirdi aklıma: Süper marketin birinde, kasada müşterilerin torbalarını doldurmaya yardım eden bir kişi, bir süre sonra müşterilerin torbalarına kendi hazırladığı ve üzerinde bir adet "günün sözü" yazılı kağıtları atmaya başlar. Bir süre sonra, o kişinin kasasında günün sözünden almak isteyen insanların oluşturduğu uzun kuyruklar oluşur...
Böyle bir hikâyeydi...

Nerede kalmıştım:

İkindi gibi çocuklar acıkınca pizza yemek istediler. Herkes pizza, ben ton balıklı salata yedim. Tabi eşimin "olmaz, illâ ki tadına bakacaksın" diye verdiği 2 lokma ve bir küçücük kenarı saymazsak...


Gecenin ilerleyen saatlerinde de 1 küçük adet baklava dilimi ve birkaç leblebi vardı...

Dönüş sabahının kahvaltısı bir öncekiyle aynıydı. Sonrasındaki yolculuk atıştırmalarında ipin ucunu kaçırmamaya çalıştım, akşam yemeğinde yine acı soslu köfte (ekmeksiz) ve yoğurt vardı...

Cumartesi sabahı tartılıp günah-sevap hesabı yapacaktım ki, o ne! Tartının pili bitmiş! Yani umuyorum öyledir, umarım bozulmamıştır, yeni piller gelince anlaşılacak.


Tartılamadım. Aldım mı, verdim mi, bilemedim! Böylece muhtemel bir cezadan da kurtuldum :)
Bu arada ayın 4'üne de çook az kaldı bu arada...Ya herru ya merru*


*Benim bu haliyle bildiğim ama "ya herro ya merro" veya "ya herrü ya merrü" versiyonlarının da bulunduğu bildirilen; itü sözlüğe göre "ya batar yada çıkar manasında kürtçe bir deyimdir" ve
"ingilizce'de "make it or break it" deyimine yakın anlam taşır"diye tanımlanan bir deyim/söz grubu...