31 Aralık 2009 Perşembe

bir yıl biterken*

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
Aradaki bölümün,
Ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
Zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
Sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,
Bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin
Kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin, namussuzluk olduğunu;
Gerçek namusun, günah elinin altındayken,
Günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da“lezzet” kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya...
Kalp durur...
Akıl unutur...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...



* kimi kaynaklarda Mevlana, kimi kaynaklarda Can Dündar imzalı bu sözlerle veda edelim 2009'a...

30 Aralık 2009 Çarşamba

iyi bir sene olması dileğiyle...

Yılbaşı akşamı hindi yemek âdet midir?

Birbirine hediyeler vermek?

Tam geceyarısı kapının önünde nar parçalamak, bereket olsun diye?

Kırmızı giymek âdeti çoook mu eskilere dayanıyor acaba?


Bilmiyorum.


Âdet diye sunulanları yapıp yapmamak tercih meselesi. Ama bildiğim; iyi-kötü bir yılı bitirirken ve bilmediğimiz nicelerine gebe yeni yılı karşılarken, iyi dileklerimizi sunmamız birbirimize, âdet olduğundan değil de içten geldiği gibi...



Sağlık, Sevgi, Huzur, Başarı, Bereket ile...


Yeni yılınız kutlu olsun.






hamiş1: Geçen senelerden gelen bir maile eklenmişti yukarıdaki foto... bir kez de buradan paylaşayım dedim...

hamiş2: Ben de başta saydıklarımın çoğunu yaptım veya yapmaktayım da şu "hindi" adetini(!)" sevemedim nedense (hindi etini pek sevmediğim için mi acaba?). Abartılı sofralar da kurdum gerektiğinde... Ama bir seferinde -kendimce- olayı protesto edip, yılbaşı akşamı yemeği olarak "tarhana çorbası, kuru-fasulye, pilav-turşu" çıkarmıştım. Eşim de o akşam kayınvalidemleri davet etmiş, Sürpriiizzz!!!! Masayı görünce hafif şok yaşamışlardı! O sırada çalan zil, gelen görümcemin kızı, elinde kocaman bir tepsi içinde iç pilavlı hindi ... Evde ben hariç herkesin yüzünden bir sevinç dalgası geçti gibi gelmişti bana! Böylece "hindisiz yılbaşı geçirmemiş olduk Allah'a Şükür!!!"

Bu sene de eşime rica ettim, hindi almasın diye... Yine kestaneli iç pilav yapacağım ama biz hindi yerine tavuk yesek olmaz mı???

27 Aralık 2009 Pazar

2. haftaya girerken*...

*gece yarısından sonra yazdığım için "dün/bugün" karışmıştı :) düzelttim...

Dün 45' yürüdüm, sonra da 15' kadar eliptik bisiklette ter attım.

Bugün 2. haftam başlıyor ve bu haftadan itibaren spor aksamayacak! Uykudan fedakarlık edilecek, işten erken gelinecek, akşam uykudan önce yapılacak... Yani bir şekilde hareket hayatımızda olacak! Bu haftanın kuralı bu! Anlaşıldı mı? Anlaşıldı! Süper!

Dün sabah;
  • 4 kaşık müsli
  • 1/2 bardak süt
  • 1 kupa sade filtre kahve ile kahvaltımı yaptım. Çok da hoşuma gitti.

Sonra;

  • 1 mandalina ve 6 adet kadar badem yedim.

Saat 11.45 gibi annemle kahve içtim: 1 türk kahvesi fincanı köy sütüne 1 çay kaşığı nescafe (nescafe'de de yağ olduğu için eski diyetisyenim dikkatli kullanılmasını salık vermişti).

14.30 gibi çok acelem olduğu için ayaküstü (hata biliyorum)

  • 1 tutam roka ve maydanoz
  • 200ml kendi yaptığım yoğurt (süt ve sütlü gıda miktarı biraz aşıldı gibi)
  • 2 yumurta büyüklüğünde haşlanmış tavuk göğsü yedim.

Bu arada su+metabolizma çayı da var...

Saat 16.00 gibi bir düğüne katılmak üzere yola çıktık eşimle ama düğünden önce "güya" İstiklâl'de biraz dolaşacağız, bir şeyler atıştıracağız (düğün yemekli mi bilmiyoruz, o yüzden ben hiç olmazsa salata yemek istiyorum) ama trafik berbat, milim milim...

2. ara öğünü de yapmadığım için iyice acıkıyorum, eşim de öğle yemeği yememiş. Trafikte satış yapanların arasında "muz satan adam"ı görünce seviniyoruz ama bir yandan da "bunu yemem ne kadar doğru?" diye düşünüyorum. Sonuçta, düğün başlayana kadar aç durmaktansa, muzun 1/2sini yemek mantıklı geliyor ama eşime laf anlatamadığım için 3/4 ünü yemek durumunda kalıyorum. Kalanı eşime...

Düğün yemekli değil! Mini pizzalar, ekler pastalar, hindistancevizli toplar, tatlı ve kuru pastalar ve kuruyemiş var. İçecek olarak da fanta ve cola... 4 badem, 1-2 de fındık ve 1/2 de çubuk kraker (susamsız, ince) alıyorum, içecek ve düğün pastasını eşime ikram ediyorum.

Eve gelince sadece susadığımı hissediyorum ve bol su içip, yatıyorum.

Yiyecek niteliği açısından öğleden sonrası pek parlak sayılmasa da, irademin test edilmesi bakımından başarılı olduğunu düşünüyorum...

Ben galiba artık "deli gibi yemek aramıyorum"...

25 Aralık 2009 Cuma

esas detoks beyne lâzım

Biraz önce ara öğünümü yedim.

Normalde bu vakitte meyve yemem (yani yemezdim) hatta "ben pek meyve yemezdim, çok sevmezdim çünkü..." desem daha doğru olur. Onun yerine bu saatte kahvem ve yanında mesela bir dilim kek veya kurabiye veya çikolata veya bisküvi... Üstüne bastırsın diye minik bir tuzlu... Çok mu tuzlu geldi, bir minik ısırık daha tatlı... Kaç kalori oldu? Saymazdım, saysaydım bu halde olmazdım.

Şimdi küçük bir yeşil elma (hafif ekşi) ve kendi yaptığım yoğurdumdan 2-3 kaşık. Ben eskiden çok yoğurt da yemezdim: diyetteeeeeen diyete! Gerçi yoğurtlarımı kendim yapalıberi, sever oldum yoğurdu, o da ayrı...

Geçen gün yolda ablamı gördüm, "un kurabiyesi aldım akşama" dedi. "Hayııııırrrrr!" demişim yol ortasında, acıklı bir tonda, sesim de biraz yüksek çıkmış. O da şaşırdı! "N'olur, sen ye, bize getirme. Ben hakkımı 16 Ocak'tan sonra kullanacağım" dedim. (16 Ocak -25 Ocak arası bir seyahatimiz var ablamın da katılacağı) "Tamam o zaman, bak orada ben sana neler tattıracağım" dedi... Kendisi incecik, biliyorum ben seviyorum diye...
Sonra ertesi akşam eşim, elinde 1 kutu en sevdiğim tatlı, çayın yanına... O da ben seviyorum diye...
Bir sonraki gün kayınvalidem zili çaldı, "tekir ve hamsi aldım, sen seviyorsun ya..." diye uzattı paketi...
ühü ühü ühü...

Ne mi yaptım; ne un kurabiyesinden ne de tatlılardan yedim, balıkları ev halkına sevdikleri gibi, una bulayarak kızarttım, kendime de yağsız tavada pişirdim.

6. günün içerisindeyim. Yeme-içme konusu çok iyi maşallah! Diyet dışı hiç birşey yemedim, içmedim. Akşam yemeklerinden sonraki krizler devam ediyor maalesef!

Yani "3. günden sonra geçer"miş ama bende geçmedi, "geçmeye de niyeti yok galiba" diyordum ki bu sabah birşeyi farkettim:
Sabah olup, "yaşasın, bir günü daha hasarsız atlattım"diye sevinirken, bilinçaltımdaki beklentimin "şu katı kurallı günler geçse ve değiştirmeli/dikkatli yeme moduna geçsek de ben de akşamları çayın yanında tabaklara mıyıl mıyıl bakmasam" olduğunu farkettim.
Yani hâlâ eskiye döneceğim gibi birşey bekliyor beyinciğim! Gündüzleri hiç birşey ama gece çay faslı yok mu, bitiriyor beni!

Cidden nasıl bir "ALIŞKANLIK" yok yok "BAĞIMLILIK" olmuşsa artık!

22 Aralık 2009 Salı

ordan burdan

Yine yemeklerimi yanımda taşımaya başladım. Ara öğünlerim, öğle yemeğim, hatta meatbolizma çayımın oluşturduğu "mini çıkın"ım ile geliyorum işe.Bu bile, bu küçük görünen eylem bile, insanı "hazır ol" çizgisinde tutuyor.

Her zaman böyle olmayacak, biliyorum. Yani kritik zamanları atlattıktan sonra, sadece ara öğünlerim yine çantamda olacak ama mesela öğle yemeğinde "işyerinde ne çıkıyorsa onu, seçerek ve kararınca" yiyebileceğim için, yanımda taşımayacağım.


* * *


Bu sabah 07.30 gibi televizyonu açtığımda Mehmet Öz'ün TV programı çıktı karşıma. Tekrar yayındı sanırım ve "sağlıklı atıştırmalık seçenekler" konusunda bilgi verdiği bölüm dikkatimi çekti. Öncelikle, seyircilerden 2 kişiyi seçerek, onların "atıştırmalık" tercihlerini aldı. Sonrasında kendi tercihlerini sıraladı (bu tercihler 'snack otomatının' sunduğu seçenekler çerçevesinde yapılıyor):

3. tercihi yer fıstığı
2. tercih çok tahıllı gevrek
1. tercih mısır patlağı

(Bu noktada 1.seyircinin de seçimi Öz gibi mısır patlağı olduğu için büyük ikramiyeyi kazandı :)Bu da magazin boyutu idi :))

Bu tercihleri kalorilerine ve içerdiği maddelere göre yaptığını belirtti Öz. Amacın 'sizi yemek saatine kadar idare edecek, 1 saat sonra tekrar birşeyler atıştırma ihtiyacı hissettirmeyecek şeyler yemek olduğunu' söyledi ve dedi ki: "ATIŞTIRMALIKLAR 200 CAL.DEN DÜŞÜK OLMALIDIR"

Hmm! Bunu sanırım daha evvel de okumuş veya duymuştum. Ama şimdi "görsel" olarak da izlediğim için hiç unutmam diye düşünüyorum.


* * *

Dün akşamki sporum 10 dakikalık "duvar hareketleri" ile sınırlı kaldı.

Bu sabah saati 06.30'a kurdum spor yapmak için... Kalkamadım :(

10' 10' ileri aldım alarmı... Alarm çaldı ben susturdum, alarm çaldı ben susturdum... Tâ ki gerçek kalkma saatim gelene kadar... En sonunda bu sabahki sapor yapma işini akşama bıraktım.

Yemek düzenim ise iyi gidiyor. Dün akşam çay faslında "krizim" tuttu ama atlattım şükür! 3 gündür liste dışı bir şey asla yok! Çorba kasesi ölçüm bir iki kez abartı oldu o kadar... 3 günün "aferin" raporu:

  • Pazar günü; pazar kahvaltısının ekstralarından, 5 çayının yanındaki mamalardan
  • Dün; çiğ köfte partisinden
  • Bugün; okuldaki doğum günü partisinde ikram edilen nefis şeylerden

uzak durdum ve kendime kocaman bir "aferin" dedim.

* * *

Bir de, bu dönem her zamankinden daha bakımlı ve şık olmaya karar verdim.

Çok makyaj sevmem, doğal görünmek tercihim: göz kalemi, rimel ve parlatıcı tüm malzemem... Ama saç konusunda çok dikkatliyim. Kesin bakımlı olmalı. "saçım iyiyse, ben de iyiyim" cilerdenim ben de...

Eskiden büyük beden reyonları "anne/anneanne" kıyafetlerinin olduğu yerlerdi. Allah'tan şimdiki "büyük beden" kıyafetler çok daha modern... Bu konuda şanslıyım. Alışveriş yaptığım 2 mağazanın çalıştığı modacılar çok zevkli kreasyonlar hazırlıyorlar. "Malum bölgeleri", uzun ve modern kesimli tunik, hırkalarla kamufle etmek mümkün artık... Zaten ben de tipik "armut kadını" olarak, o bölgelerle savaş halindeyim :(

Masada otururken gören beni "normal bir hatun" diyebilir ama ayaktayken... Offf... :(

Bugün bir veli geldi, "çok hoş göründüğümü, ne kadar da kilo verdiğimi" söyledi... Teşekkür ettim masamdan, ayağa kalkıp da hayal kırıklığı yaşatmak istemedim, hem O'na hem kendime...

* * *

Her sabah uyanıp da "bugün başlayacağım" dediğim ama akşam olduğunda umudumun ertesi güne kaldığı günler bitti nihayet. Hani derler ya, "Umut iyi bir kahvaltı, fena bir akşam yemeğidir" ... Ne doğru bir söz!

Umut dolu sabahlar ve umutlarımızın eyleme geçtiği akşamlar hep bizimle olsun...

20 Aralık 2009 Pazar

yola çıktım yine

Yarın Sabah uyanıp da, "Eyvah! Bugün Pazartesi... Diyete başlamam gerek!" sendromuna girmeyeceğim. Çünkü bu sabah itibariyle "kendime söz verdiğim gibi" tekrar koyuldum yola... Full motivasyon ile bir kez daha, bilmem kaçıncı kez, tekrar... Adı ve amacı her seferinde değişse de dilimde, yol aynı. Hatta bu sefer ad da vermeyeceğim, anlamlar da yüklemeyeceğim... Çok sevdiğim dizelerdeki gibi "uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece..." , bu kadar!
(son zamanlarda konuşmalarında bu dizeleri alıntılayan siyasetçiyi getirdiysem aklınıza, özür dilerim ):

Tüm gün tahminimden iyi geçti. Hatta biraz önce, yarım saatçik de olsa sporumu bile yaptım. Huzur içinde uyuyacağım bu akşam.

Daha evvel yaptım, yine olacak... Hem de şimdiye kadar yapabildiklerimden bile daha iyisini başaracağım... Yaş 40'ı aşmış, metabolizma eskisi kadar hızlı değilmiş... Hiçbiri engel olmayacak!

Başaracağım; bir kendim, bir de senin için...

19 Aralık 2009 Cumartesi

Mehtap'a mektup

Sevgili Mehtap, dün gece oturdum, "önce sağlık" etiketli tüm yazılarını çıkarttım. Hatta; "önce sağlık"başlığına tıkladığımda çıkmayan "2008 tarihli Önce Sağlık" yazılarına da 'manuel' olarak ulaştım... Sonra teknolojiye güvenmeyip (!), diğer yazılarını da ay ay çağırdım blogundan ve tek tek "word" e attım.

Sonra...

Sonra bu sabahtan beri de, hem tekrar okudum, hem de düzenledim onları... Fotoları almadım, kestim, başlıkları koyultup ortaladım, sonra bazı "bence" çok önemli yazılarını da koyulaştırdım, altını çizdim, maddeler haline getirdim. Yorumların hepsine girmedim henüz.. Zaten onları ayrı bir dosyada toplayacağım. Ve gördüm ki; ne çok emek vermişsin, ne çok... O kadar duygulandım ki... Hani bir okurun demişti ya, "neden kitap yazmıyorsunuz?" diye... Sen çoktan yazmışsın o kitabı, hâlâ da yazmaya devam ediyorsun. Lütfen, zaman bulursan eğer, bunu düşün. 5-10 kişinin okuduğu bir blogdan, yüzlere, binlere ulaşmanın ve bu sayede yazılan başarı öykülerinin verdiği mutluluk ve gururu paylaş diğer insanlarla da... Acizane bir öneri benimki...

Peki neden mi yaptım, bu "yazılarını" toplama işini? Kendim için! Dönüp dönüp okumaya ihtiyacım olduğu için! Bana bundan başka hiçbir şey iyi gelmediği için!

Sana yazan "bahar, funda, nükhet, emoş, güneş ve diğerleri"nden sonra az daha bir başka öykü de benden gelecekti! Ama benimki mazallah "bir başarısızlık öyküsü" olarak kara kalemle yazılmış olacaktı. Az kalmıştı, çok az! Daha öncekiler gibi; 10 verip 15 aldığım, 20 verip +25 ile kapattığım o "yo-yo diyetler" dönemindeki gibi... Halbuki bu sefer diyet de yapmadım. Gerçekten yapmadım, sadece sağlıklı beslendim, mükafatını da gördüm, 12 kilo verdim. Canım eskisi gibi yemek, tatlı yemek istemiyordu, diyet konuşmayı, düşünmeyi bırakmıştım... Uzun zamandır içimde yaşattığım"Pazartesi=Diyete Başlama Günü" sendromunu çoktaaan geride bırakmıştım... "spor=vakit buldukça yürüyüş ama düzenli değil" şeklinde hayatımdaki eksik parçaydı ama günlük koşturmalarla dengelemeye çalışıyordum... Sonra ne oldu, ne zaman oldu hatırlamıyorum! Ama ne zaman ki bıraktım, bu sağlıklı yaşam frekansından ne zaman ki ayrıldım(acı olan ne zaman bıraktığımı da tam olarak bilmiyorum) yaklaşık 3.5 ayda 6 kilo geri gelmiş! Başlangıca dönmeme de 6 kilo kalmış...

Bloguna bıraktığım bir yoruma cevap vermiştin: "lütfen yenilme, lütfen!" diye ve ben de söz vermiştim "yenilmeyeceğim!"... Aslında o tarihten sonra kilo almaya devam ettiğim için kendimi sana karşı biraz mahcup hissetsem de, ipin ucunu tamamen hiç bırakmadım, gevşettim ama bırakmadım! Onca işinin gücünün arasında bana ve diğerlerine ayırdığın zaman ve verdiğin cevaplar olmasa, ben çoktan yine 52 beden kıyafetlerime geri dönmüştüm ama hâlâ 48'e devam ediyorum... Buna sevinilir mi, evet! Ben her durumda şükretmek gerektiğine inandığım için, evet! İyi ki varsın! Karşılıksız yaptığın çabalarının, tüm emeklerinin mükafatı sana bir şekilde dönecek, buna yürekten inanıyorum. Hakkında hayırlı olanların seninle buluşmasını diliyorum, can-ı yürekten...

Bana gelince; başa döndüm... Zaten tam olarak hiç uygulayamamıştım dediklerini... Biraz senden, biraz eski bilgilerden ortaya karışık bir uygulama idi benimki, belki de bu yüzden bir süre sonra iflas etti... Şimdi en başa, sadece senin "tavsiyelerinle"... Mayıs'09dan yanıma kâr kalan "verilmiş 6 kilom" var, onu da heba etmeden, ilk 2 haftalık listene dönüyorum...

Sevgilerimle..

p.s. kararsız kaldım, bloguna yorum olarak da aktarmalı mıyım yazdıklarımı bilemedim... belki "ibret" diye okuyan, ders alan olur...

18 Aralık 2009 Cuma

"6"

92+6=98
98+6=104

Bu yolculukta vardığım en düşük rakamın üzerine "6" koymuşum ...

Başladığım noktaya varmama ise"6" kalmış ...

Nasıl oldu bu!

:(((

Tam ortasındayım gittiğim yolun ...

"6" versem, takıldığım noktaya geri dönüş yapıp, tekrar hevesleneceğim... "6" daha alsam, başladığım yere dönüp kendimle "gurur" duyacağım!

Bu arada, 6 benim uğurlu sayım!

Bunu nasıl okumak lazım?

"Bu bana bir mesaj" diye okumak istiyorum ben: "kendine gel, toparlan! zamanın kalmadı... " diyor bana "6" rakamı...

14 Aralık 2009 Pazartesi

kısmet!

Mart ayında atlattığım bel fıtığı nüksetti sandım, ödüm koptu!

O zaman da böyle, aniden başlamıştı..

Doktor "bel fıtığı" demişti ve "yürüyüş bandının, sert zemini sebebiyle tetiklemiş olabileceğini" söylemişti...

Fizik tedavi, termal, dinlenme, masaj, kilo verme, korse, vs. ile atlattım da ameliyattan kurtuldum...

Geçen gün yine belim ağrımaya başlayınca "eyvah!" dedim, "yine başlıyor galiba!"...

Bıraktım yürüyüşü de diğer hareketleri de... Halbuki yine tam motivasyon modundaydım :(( Ama ne yapacaksın, "can tatlı"!

Devamlı dinlendim... Kas gevşeticiler, masaj, vs. ile neyse ki, şimdi iyiyim...

Yani yola devam...

Kısmetimiz nereye kadarsa bakalım...

6 Aralık 2009 Pazar

diyet modu:2.gün

Hafifim
Hafifsin
Hafif

...


Neden böyle hissediyorum:

Hem yediklerimden (pardon yemediklerimden demem lazım aslında) ve hem de vicdanımdan böyle hissettmem...

Yani...

Yani her şey yolunda :)

Kendime attığım fırça bu sefer işe yaradı. "oldu oldu! olmadı bu blogu kapatacağım" tehdidinin bunda payı ne kadar bilemem ama 2 gündür hem diyet/dikkatli beslenme, hem de spor eksiksiz yapılıyor. E, ben hissetmiyeyim de hafifliği kim hissettsin...

...

Bu arada aldığım "cardio twister" aleti fecaat çıktı. Tabi bu göreceli bir kavram ama kalite olarak ı-ıh! Hiç beğenmedim. Detayları ayrıca yazacağım.

Süper bir hafta olsun inşallah!

4 Aralık 2009 Cuma

son bir şans

Sadece başarı mı ödüllendirilmeli?

Başarısızlık durumlarında da; "gaza getirmek", yeni tabirle "motivasyonu arttırmak için" araç olsun diye hediye bâbında bir şeyler verilmez mi?

Bence olabilir...

Minareyi çaldım da kılıf mı uyduruyorum?

Bu da olabilir?

Ama gerçek şu ki 26 Ekim'de yazdığım yazıda bahsettiğim "...başarı hikayelerinden feyz alınmazsa, benim gibi 2 ileri 1 geri, gidilip gelinir.. Daha kötüsü hep geri.. Allah korusun!" durumları gerçek olmak üzere... Yani hep geri vitesle gitmeye başladı benim araba:

Eylül'den bu yana 92-94-93.1 ve şimdi 95.8!

Ama başka bir şey beklemiyordum ki... Aldığımı biliyordum. Böylesine ipin ucunu kaçırmış halde yer ve üstüne üstlük hareket olarak da sıfır noktasında olursan, aslında az bile +2.7kg.

Sabah uyandım, içimde bir huzursuzluk.. Tartılma günüm ya! Suçumu da az çok biliyorum!

Önce "bugün tartılma, moralin bozulmasın" falan dedi içimden bir ses... Sihirli çubuk var ya elimde, bugün tartılmayacağım ve 3 gün sonra "hooopp, değiş tonton" (bu çizgi filmi hatırlayan var mı acaba?) mu olacak!

"Hayır, bugün, hemen şimdi tartılıyorsun, dibe vuruyorsun ki artık kendine gelip yüzeye çıkmak için birşeyler yapmaya başlayasın" diye buyurdu öbür ses...

Öbür sesi dinledim, çıktım tartıya: 95.8
İndim, bir daha çıktım: 95,7
Yani +2.7...

Aferin bana...

Şimdi bırak ah'lanıp, vah'lanmayı...

Ne yapıyoruz, onu söyle...

Çok özet bir şey söyleyeyim:

  1. ben yiyerek zayıflayamıyorum.. bu 2*2=4 kadar net benim için.. bu sebeple, kendime yeni bir beslenme programı oluşturacağım...

  2. 2lt.lik su şişemi ölçü yapıp, gün içerisinde bu suyu muhakkak tüketeceğim.

  3. hareket.. hareket.. hareket... "bu olmazsa asla ama asla olmuyor, biliyorum ama uygulayamıyorum" devrinin sonu... yazının başında sorduğum ve cevabını verdiğim "başarısızlık da ödüllendirilir mi? motivasyon için, evet" tezimi kendim için gerçekleştirdim:


    Bunu almadan çok düşündüm... Evde olmayan spor aleti yok gibi ama "yer-zaman" olarak bir türlü buluşamıyoruz diğerleriyle...Bu alet oturma odamızın bir kenarında uslu uslu, görüntü kirliliği falan da yapmadan beni bekleyecek ve ben istediğim zaman, engeller olmadan ona ulaşabileceğim. Buradan aldım ürünü... Kitap harici internetten alışveriş yapmadığım için biraz tedirginim... Kalite olarak iyi bir şey mi gelecek, hasarsız elime ulaşabilecek mi, vs.. İyi düşünelim, iyi olsun...

Son bir husus daha...

Hadi biraz iddialı konuşayım:

Allah'tan bir mani olmaz, sağlık, vb. bir problemim olmazsa, 04.01.2010 tarihindeki ibre "-" ye çevrilmiş olacak. Olmazsa, bu blogun varoluş nedeninin bir anlamı kalmayacağı için, ocak 2007'de nasıl başladıysa bu yola, öyle de sessiz kendini yok edecek...

Çok net, değil mi? Kızım sana söyledim ama gelinim de anladı sanırım...

3 Aralık 2009 Perşembe

anlayana...

İnternet yok!

İş anlamında hayatımızda ne büyük yer kapladığını, kesildiği anda hissettiğim boşluktan anlıyorum.

Sabah beri ne yapacağımı bilemeden dolandım, durdum... Sonra "biraz temizlik yapayım pc'mde" dedim, masaüstüm yine almış başını gidiyordu çünkü... Biraz derledim, toparladım ama o da bitti...
"En iyisi" dedim, "biraz yazayım, internet gelince de yayınlarım".

Biraz önce sabah kahvemi içerken, bir yandan da dün hissettiğim duyguların bugün iyice hafiflemiş olduğunu düşünüyordum. Zaten bu inişler çıkışlar olmasa, hayat da yaşanılmaz olmaz mı?

Dün o ruh halinde çok kızgın ve kırgın olduğum birine ulaşmaya çalıştım. MSN'de çevrimiçi görünüyordu. Bir iki hal hatır cümlesinden sonra bekledim, cevap yazacak, ben de içimi dökeceğim ama cevap yok... "Demek pc başında değil" dedim. Sonra iş güç unuttum gitti... Akşamüzeri cevap geldi, "iyiyim, sen nasılsın... bilgisayarı açık bırakıp çıkmışım, dönünce gördüm iletini..." Okudum ama cevap yazmadım... Zaten bu sefer de ben çevrimdışı göründüğüm için, "yok" olmak işime geldi. İçimdeki kırgın ve kızgın "ben" tamamen olmasa da biraz sakinlemişti gerçi ama içimden ne sabahki gibi O'na çıkışmak ne de halini hatırını sormak geldi. Kapattım MSN'i...

Sonra...
Sonra şöyle bir yazı çıktı karşıma bir konuyu araştırırken:

"Bu hayatinizi değiştirecek.90/10 sırrı inanılmazdır! Çok azımız bunun farkındadır.

Sonuç Pek Çok insan gereksiz yere stresten, dertlerden, problemlerden ve bas ağrısından acı çekmektedir.
Bu sır nedir?


Hayatin %10u, sizin başınıza gelenlerden oluşur. Hayatin diğer %90ina ise sizin bu başınıza gelenlere nasıl davrandığınızla karar verilir.

İnsanlar anlamsız şeyler söyler ve yaparlar. İnsanlar hasta olurlar. Arabalar bozulurlar. bir seyler olur, bütün planlarımızı alt üst eder. Trafikte bir sürücü canimizi sıkabilir v.s. Bu %10luk kısım tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşir.

Diğer %90lik kısım farklıdır. Diğer %90lik kısmı siz belirlersiniz. nasıl? Olaylara yaklaşımınızla!
Bir örnek verelim:


Ailenizle kahvaltı yapıyorsunuz. Kızınız, kahve fincanına çarpıyor ve bir fincan kahve gömleğinizin üzerine dökülüyor. Biraz önce olan olay üzerinde hiçbir kontrolünüz yok
Sonradan olacaklar ise sizin davranışınıza göre belirlenecek.

Lanet ediyorsunuz. Kahveyi üzerinize döktüğü için kaba bir şekilde kızınızı azarlıyorsunuz. Kızınız üzülüyor ve ağlamaya başlıyor. kızınızı azarladıktan sonra esinize donuyor ve kahve fincanını masanın kenarına Çok yakın koyduğu için eleştiriyorsunuz. Bunu kısa bir sözlü tartışma takip ediyor. öfkeyle üst kata çıkıyor ve gömleğinizi değiştiriyorsunuz. Aşağıya indiğinizde kızınızı, ağlamaktan dolayı kahvaltısını bitirememiş ve okul için hazırlanamamış bir halde buluyorsunuz. Kızınız otobüsü kaçırıyor. Esinizin ise gitmek için hemen çıkması gerekiyor. Hemen aceleyle arabanıza koşuyorsunuz ve kızınızı okula bırakmak üzere hareket ediyorsunuz. Geç kaldığınız için, saatte 90 km hız sınırlaması olmasına rağmen saatte 120 km hızla gidiyorsunuz. 15 dakikalık gecikmeden ve hız limitini astığınız için ödediğiniz 60 milyonluk trafik cezasından sonra okula ulaşıyorsunuz. Kızınız size Hoşça kal demeden binaya koşuyor. Ofise 20 dakika gecikmeyle geliyorsunuz ve evrak çantasını evde unuttuğunuzu anlıyorsunuz. Gününüz korkunç bir şekilde başladı! Devam ettikçe kötüleşiyor, daha da kötüleşiyor sanıyorsunuz. Eve gitmeyi dört gözle bekliyorsunuz. Eve ulaştığınızda esiniz ve kızınızla olan ilişkilerinizde araya sıkıştığınızı sanıyorsunuz.

Neden?
Sabahleyin nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak!

Neden kotu bir gün geçirdiniz?
A) Kahve sebep oldu

B) Kızınız sebep oldu
C) Polis sebep oldu
D) Siz sebep oldunuz

Cevap D şıkkı. Kahvenin dökülmesinde sizin bir kontrolünüz yoktu. Sizin gününüzün kotu geçmesine o 5 saniye içindeki davranışlarınız sebep oldu.

Olabilecek ve olması gereken ise şöyleydi:

Üzerinize kahve döküldü. Kızınız ağlamak üzere. Siz nazikçe Tamam tatlım, bir dahaki sefere biraz daha dikkatli olman gerek diyorsunuz. Havluyu kaptığınız gibi üst kata çıkıyorsunuz. gömleğinizi değiştirip, evrak çantasını aldıktan sonra Aşağıya iniyorsunuz ve ayni anda pencereden kızınızın otobüse bindiğini görüyorsunuz. Kızınız geri donup el sallıyor. Siz ve esiniz ise gitmek için birlikte çıkmadan önce öpüşüyorsunuz. 5 dakika önce ise geliyorsunuz ve çalışma arkadaşlarınıza neşeli bir şekilde selam veriyorsunuz. Patronunuz ne kadar güzel bir günde olduğunuz hakkında konuşuyor.

Farka bakin!

İki farklı senaryo. İkisi de ayni başladı. İkisi de farklı bitti.

Neden?

Nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak. Gerçekten olanların %10unda hiç bir kontrolünüz yok.
diğer %90i ise sizin tepkinizle belirlenir."


İşte böyle... O karmaşık duygular içindeyken karşıma çıkan yazıya "tesadüf" demek mümkün mü?

2 Aralık 2009 Çarşamba

havada bulut yok...

Bugün kendimi biraz tuhaf hissediyorum. Aslında bir süredir böyle de bugün iyice tavan yaptı sanki. Havadan da değil, dışarısı günlük güneşlik... Ama hüzün var içimde, burukluk, biraz da küskünlük... Çok kırılgan hissediyorum. Bunların hiçbir özel bir sebepten değil veya hiç sebepsiz değil... Birikim olabilir mi? Olabilir. Sadece bir yer var, huzur bulacağım. Ama o yere giden tren çoktan uzaklaştı. Peşinden gidiyorum ama yetişebilmem mümkün mü? Yetişsem bile, oraya vasl olabilmem mümkün olur mu?



***


"Elif Şafak" demiştim, "Aşk "demiştim, "40 kural" demiştim ya, tek tek yazacaktım ama baktım internette çoktan yerini almış...
Bana da bunlardan birini alıntılamaktan başka bir şey kalmadı:

Gönlü geniş ve ruhu gezgin sufi meşreplilerin kırk kuralı:

1. kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

2. kural: Hak yolunda ilerlemek yürek işidir,akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun,omzun üstünde ki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil !

3. kural: Kur’an dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonra ki batıni manadır. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

4. kural: Kainattatki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.

5. kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği:Bırak kendini, ko gitsin; akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

6. kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk konusunda dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.

7. kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikati keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

8. kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

9. kural: Sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

10. kural: Ne yöne gidersen git, doğu,batı,kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

11. kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

12. kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

13. kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı, hoca ,şeyh, şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

14. kural:Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

15. kural: Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış birsanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermek için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.

16. kural:Kusursuzdur ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde belebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir , ne layıkıyla sevebilirsin.

17. kural: Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

18. kural: Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara, dışında, başkalarında değil ve unutma ki nefsini bilen Rabb’ini bilir. Başkalarıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır

19. kural:Başkalarından saygı,ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

20. kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

21. kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi,hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek,kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

22. kural: Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdimi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

23. kural : Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı , kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir , ya kıymet bilmeyiz.Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadırne tefritte. Sufi daima orta yerde…

24. kural : Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzünde ki halifesi olduğunu hatırlayarak , buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

25. kural : Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an da burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

26. kural : Kainat yekvücud, tek varlıktır. Herşey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti herkesin yüzünü güldürebilir.

27. kural : Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır, şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır.Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin herşey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.

28. kural : Geçmiş zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu anın hakikatini yaşar.

29. kural : Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten,”ne yapalım, kaderimiz böyle”deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin,ne de hayat karşısında çaresizsin.

30. kural : Hakiki sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez.Sufi kusur görmez kusur örter.

31. kural : Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bunda ki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ,ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

32. kural : Aranızda ki perdeleri tek tek kaldır ki Allah’a saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama !

33. kural : Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol! Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışında ki biçim değil içinde ki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil hiçlik bilincidir.

34. kural : Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

35. kural : Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Allah’a inanmayan kişi ise içinde ki inananla. İnsan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

36. kural : Hileden,desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan !

37. kural :Allah kılı kırk yaracak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır; bir de ölmek zamanı.

38. kural : Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım ? Diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa,yazık !Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

39. kural : Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz. Her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. Ölen her sufi için bir sufi daha doğar.

40. kural : Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani diye sorma!Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşk’ın hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde ya da dışındasındır, hasretinde..


hamiş: dün "mevlana"yı ve öğretilerini çok seven bir arkadaşım ve annesiyle "Aşk" üzerine bir kaç kelam etmek istedim ama baktım ki "bir konudan alınan lezzet, herkesin nasibi kadar"... Sustum!

30 Kasım 2009 Pazartesi

Aşk

Uzun zaman oldu alalı... Bir türlü sıra gelmemişti ama... Tâ ki bir gün -sadece kilometre hesabınca uzaklarda olan- can arkadaşım telefonda bana sorana kadar:

- Aşk'ı okudun mu?

Bilirim öyle her şeyi laf olsun diye sormaz, önermez...

Ve bilirim ki, bu soru beni eyleme geçirmelidir tez zamanda...

Öyle de oldu ve bu bayram tatilini de fırsat bilip, -okudum diyemem- yuttum (!) kitabı...

"Aşk"

"Elif Şafak"

Asla bir kez okunmakla yetinilmeyecek bir kitap...

Şems'in sanılan ama aslında Elif Şafak'ın olan "40 kural"ı buraya da alıntılayacağım.

Yarın...

25 Kasım 2009 Çarşamba

hesap kitap

Nedense bu aralar canım hiç tartıya çıkmak istemiyor. Bunu genelde şu şekilde okumak gerekiyor: "ipin ucunu kaçırdın.. göreceğin rakam ile dudağın uçuklamasın istiyorsan, uzak dur tartıdan..." Her gün tartıya çıkıp, gramları saymak ne kadar hatalıysa, tartıyı tamamen yok etmek de o kadar sakıncalı. Kontrol olmayan yerde, kontrolsüzlüğün getirdiği rahatlık da sorun yaratabiliyor işte...

Belli bir forma girmek için kendime tanıdığım sürenin bitmesine 52 gün kaldı. Aslında 15 Kasım-15 ocak arasını hedeflemiştim ama şaştı yine hesaplar ve boşa gitti 10 gün.. Önümüzdeki bayram sebebiyle de 3-5 gün sakata gelebilir. Oydu buydu derken bana kalan net 45 gün desem, 45 günde hangi noktaya gelebilirim acaba?

Biliyorum ki kilo vermek hiçbirşey... Allah'a şükür ki, eğer şu boğazımı tutarsam, kilo verebiliyorum. Forma girebilmek, sarkmadan veya hortlak gibi olmadan, gözlerin altı çökmeden vücudun toparlanabilmesi tüm olay.. Bunun için de spor, spor, spor... Başka yolu yok bunun, biliyorum.

Biliyorum da, eski konsantrasyonuma bir türlü geri dönemiyorum. Halbuki son bir kaç gündür, yine motive edici nice güzel sözler geldi farklı kanallardan ve ben çok çok mutlu oldum. "Evet," dedim kendi kendime, "tüm bu güzel sözlerin devamı gelmeli ama sen böyle devam edersen, yakında duyacağın sözler -aa, yine mi kilo aldın?- şeklinde olacak"...

Hayır, yine başa dönmek yok.

Başa dönmek demek, .......... .

Yazmayacağım benim için bunun ne anlama geleceğini çünkü bunu yaşamayacağım.

Teslim olmak yok. Daha evvel oldu, daha evvel başardım, yine olacak... Başaracağım!

23 Kasım 2009 Pazartesi

Günümüz Kutlu Olsun!

24.11.2009

Bugün Öğretmenler Günü idi... Eli öpülesi tüm öğretmenlerimizin gününü kutluyorum.

* * *

23.11.2009

Nasıl bir hafta sonuydu bu? Zaman mı beni kovaladı, ben mi zamana yetişmek için çırpındım, bilmiyorum. Hiç olmazsa geceleri kaliteli bir uykum olsa da dinlenebilsem ama o da yok, çünkü gece de -gündüzün stresinden sanırım- rüya görmekten, rüyalarımda koşturmaktan dinlenemiyorum :(

Ama herşeye, tüm yorgunluklara rağmen, ben bu tempoyu seviyorum. Yeter ki, gönül yorgunluğu, moral bozukluğu olmasın...

* * *


19 Kasım 2009 Perşembe

12 kural

Günaydın!

Burada gerçekten de gün çok aydın, güneşli, içinizi ısıtıyor... Dışarı çıktığımızda da aynı sıcaklığı hissederiz inşallah...

Neyse ki, sabah iyi uyandım. Çocukların bütün isyanlarına rağmen, tuzlu suyla gargara ve bitki çaylı isveç şuruplarını verip gönderdim. Ben de birazdan çıkacağım ama yardımcı hanımı beklerken, dün Mehtap'ın bloguna gelen bir okuyucu yorumunu buraya alıntılamak istedim.

Diyorum ya; Mehtap'ın yazıları bir yana, "mevsimlerden roma" benim okuyucu yorumlarını da 'yuttuğum' bir blog... Her yorumdan bir şeyler öğrenebiliyor insan... Son yazıya yorum eklemiş Ferat, anladığım kadarıyla "başarı öyküsünü yazma sırası kendilerine gelmiş" bir arkadaş... Öykü henüz yazılmakta ama ondan önce "Mehtap'ın 12 Kuralı" adı ile bir liste hazırlamış ve güzelce özetlemiş "sağlıklı beslenme" için ne yapılmalı... Ne mutlu O'na... Tebrik edelim kendilerini ve şimdi göz atalım bakalım Ferat neler yapmış da bu öyküyü yazabilecek duruma gelmiş:

"Mehtap’ın 12 Altın Kuralı

1. Öğrendiğimiz diyet değil sağlıklı yaşam için zevkle yeme kültürü

2. Vücudunuzu sevin

• İnsan kendisi ile barışık olmalı ve sevmeli. Vucunuzu sevin derken sadece fazla kilolarınızı sevin demiyoruz tabiki. Vucudunu seven bir insan kanında fazla şeker ve kolesterol istemez. Vucunu seven insan yüksek tansiyonun yavaş yavaş beyninin bir et parçasına dönüşmesini istemez. Vucudunu seven bir insan iki üç merdiven çıktıktan sonra nefes nefese kalmak istemez. Sonuç itibari ile kendimizi ve vucudumuzu seviyorsak eğer ona iyi davranmalı ve ona en iyi formu vermek için emek harcamalıyız. Yanlız, bunu söylerken 90-60-90 ölçülerden yada üçgen vucutlu ve 6 katmanlı karın kaslarından bahsetmiyorum. Burada bahsettiğim sağlıklı bir insan vucudu, tastakır kuru bakır bir manken bozuntusu vücudu değil.

3. Mehtab’ın kitabında suçluluk yok.

• Bazı şeyleri fazla kaçırdığımızda hiçbir zaman suçluluk duymayacağız. Onun yerine fazladan kaçırdıklarımız için bir 10-15 dakika daha spor yapmalı yada bir öğün yeşil çorba yemeliyiz.

4. Ara öğünleri hiçbir zaman kaçırma.

• Ara öğünler bir sonraki öğüne 1 saat kalana kadar yenebilir. Eğer daha az var ise bir sonraki öğün biraz öne çekilmeli ama ara öğün kaçtı diye öc alınmamalı.

5. Geri kalanı sebze ile doldur.

• Yediklerimizden doymadığımız hissi duyuyorsak, yeşil yapraklı ve bol sulu sebzeler ile arayı kapatmalıyız

6. Az çeşitten çok yemek yerine çok çeşitten az.


• Bir şeyden çok yemek yerine birkaç şeyden az az yiyerek öğünlerimiz zenginleştirilmeliyiz .

7. Tartılmak yok.

• Kesinlikle hergün tartılmamalı, en sık olarak haftada bir olabilir eğer ilk 6 haftayı tamamladıysanız.

8. Canınız istiyorsa vücudunuz istiyorsa kaçmak yok.

• Canınızın çektiği bir şeyi besin yapısına baktıktan sonra kesinlikle yemelisiniz. Mesela canınız baklava istedi. Bir kaç hafta bir tepsi baklavayı hayal etmek yerine. Bir ara öğününüzde bir dilim baklavayı yiyerek özleminiz büyümeden dizginleyin. Ama kesinlikle suçluluk duygusu hissetmek yok.

9. Ne kadar emek o kadar zevk ve sağlık

• Öğünlerinizi hazırlarken yada seçerken özen gösterin. Mümkünse önerilen seçenekleri anlayıp kendi seçeneğinizi yaratın. Yediğiniz şeyleri zorunlu olduğunuz için değil istediğiniz için yiyebilmelisiniz. Mesela ben 4 kuru kayısı ve 8 bademden oluşan ara öğünüm ile nutella sürülmüş yarim dilim ekmek (50 calori) ve bir küçük elmadan oluşan ara öğünüme hastayım.

• Yeşil çorbayı damak tadınıza göre değiştirerek hazırlayın. Kurul 8’i hiç unutmayın. Mesela eğer yeşil çorbayı pişirerek yiyorsanız, soğan katmayı deneyin. Hatta çok az salça bile katabilirsiniz. Ayrıca en sevdiğiniz baharatlar ile süsleyin ve onu özenle hazırlanmış güzel bir yemeğe dönüştürün. Özellikle sindirim sisteminden şikayetçi arkadaşlar yeşil çorba konusuna özen gösterip kendirelerini ve sindirim sistemlerini büyük bir dertten kurtarabilirler.

10. Vucudunuzu şaşırtın.

• Yediklerimiz hiç bir zaman iki gün üst üste aynı olmamalı. Vucudunuzu hep şaşırtmaya çalışın. Kolay diye hep aynı ara öğünü uygulamayın mesela.

11. Toplam kalori değil çeşitlerin kalorilerisine dikkat etmeliyiz.

• Yediklerinizin kalori toplamına bakmak yerine kullandığınız malzemelerin teker teker kalori değerlerini düşük tutun. Mesela dilimi 130 kalori bir ekmek yerine, dilimi 45 calori bir ekmek tercih edin. Aynı mantığı diğer yediklerinize de uygulayın. Ayrica sindirimi emek isteyen yiyecekler şeçin, mesela lifli sebzeler, kereviz, marul, yeşil soğan, bol yapraklı sebzeler, vs.

12. Ne zamanbaşınız sıkışsa cevabınız yeşildir.

• Yani baktınız doymadınız bir şey yemek istiyorsunuz, o zaman cevabınız yeşildir. Mesela yeşil yapraklı sebzeler yada bol su içiren sebzeleri götürün, mesela hıyar, kereviz sapı (Amerikan krevizi), yada marul. Burada özellikle dikat etmeniz gereken nokta kökümsü sebzelerden uzak durmak.Mesela patates, havuç, ve turp gibi sebzeleri salata niytetine tüketmemeye çalışın. Yani yediğiniz sebze toprağın altından geliyorsa, sebze olarak değil karbonhidrat olarak tüketilmeli."


Teşekkürler Ferat!

"Sağlıklı Beslenme Anayasası" nın bu temel 12 kuralı, çıktı alınarak buzdolabına asılacak...





18 Kasım 2009 Çarşamba

"olmaya devlet cihanda..."

Bugün zor bir gündü çünkü üzerinize afiyet sabah baş ağrısıyla kalkıp, tüm gün gittikçe artan bir ağrıyla çok yoğun ve stresli bir tempoda devam edip, akşamı zor yaptım.

Eve vardığımda çocukların yemeğini zor hazırladım... Böyle zamanlarda yaptığım, bir tülbenti az soğuk su ve çokça kolonya ile ıslatıp başımı bununla sıkmak (çok sıktığım için iki kere kaşımın üzerini kolonya-sanırım kalitesizdi- yakmıştı! neyse ki, iz kalmadı) ve uzanmaktır. Yine öyle yaptım, uyumuşum. Kalktığımda baş ağrısı yerini sersemliğe bırakmıştı...

Galiba bugün biraz evham da yaptım. Sabah kalktığımda sanki yutkunurken zorlanır gibi hissettim, üzerimde de bir ağırlık olunca ve tüm gün şu "H1N1 aşısına onay" üzerine velilerle çeşitli diyalogları dinleyince, "acaba"lar da fazlaşıyor kafada... Belki buna stres yaptım... Bol sıcak ıhlamur (elma, tarçın, karanfil, tane karabiber, adaçayı, kekik, limonlu) çok iyi geldi.. Bir de su kaynatıp soğuttum, içine tuz katıp, yatarken ve sabahları yine gargara yapacağız... Bir ara hem tuzlu suyla gargara yaptırıyordum evdekilere, hem de İsveç Şurubu veriyordum günde 2-3 kere... Çocuklar çok mırın kırın etmeye başladığından, ara vermiştim ama yine başlamak lazım...

Çocukların derslerini kontrol edip, nihayet onları yatırdıktan sonra, iki gündür hiç vakit bulamadığım blogları şöyle bir dolaştım... Ama hiç keyfim yok, çok oyalanmadan yatmak istiyorum. Dinlenmem lazım...

Bunları yazarken de aklıma Kanuni Sultan Süleyman ve meşhur sözü geldi:

"halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi..."
Uzunca bir zamandan beri, tüm dileklerim -herkes için- "sağlık" temennisi ile başlar. Önce sağlık, sonra huzur... Gerisi "kıymet bilen için" zaten gelir...

16 Kasım 2009 Pazartesi

gıda terörü

Az önce posta kutuma PDA grubumdan gelen bir maili paylaşmak istiyorum:

****************

"Değerli dostlar,

Ben inşaat mühendisi olmakla birlike yaklaşık 18 yıldır yemek sektöründeyim. Yemek Sanayici ve İş adamları Derneği başkan yardımcısı, Ankara Sanayi Odası gıda komite üyesiyim.

Bu sürede öğrendiklerimi yazmaya sayfalar yetmez. Ancak birkaç bilgi aktarırsam ne demek istediğim daha iyi anlaşılır:
  • "Soya Kıyması" adıyla satılan ürün yağı alınmış soya küspesidir. 25 Kg torbalarda kg fiyatı 1,5 tl civarındadır. Kullanırken ılık suyla ıslatılır 1 kg soya kıyması 3 kg su emer. yani kullanım fiyatı kg da 50 krş tan aşağı olur. Gerçek etin 20 tl/kg olduğu yerde tabiiki bunu önce sermaye kullanır: maret, pınar vs gibi hazır "tıpkı annemin köftesi gibi" köftelerin tamamı soya katkılıdır. şirin gözükmesi içinde mix kıyma, soya proteini vs. gibi farklı isimlerle ambalaj üzerinde yazılmaktadır. yani et diye soya küspesi satıp, annemin köftesi gibi aynen diye reklam yapıyorlar.
  • BİTMEDİ: bu soya zımbırtısı granül veya toz halinde , beyaz , açık kahve, koyu kahve , kırmızı, yeşil renkleri vardır. tadı nötüre yakındır. cevizle karışıp baklavaya, kıymayla karışıp köfteye , unla karışıp ekmeğe, keke vs. ye giriyor.
  • Marine kuşbaşı diye bir et satılıyor şimdi , normal kuşbaşı etten ucuz. bir özel kimyasal karışım suyla ete emdiriliyor. % 20 su basılıyor ete , böylece fiyatı ucuzluyor. ancak bu tuzlar sizin kalp, şeker, tansiyon vs , rejimlerinize zarar verirmi bilmiyorsunuz. yemeğe tuz atmıyorsunuz, ama başka tuzları bilmeden yiyorsunuz. yemek şirketinizin et giriş faturalarında "mix kıyma" ve " marine kuşbaşı " var mı, bir kontrol edin bakalım.
  • PEYNİR ALTI SUYU TOZU: Adı üstünde, peynir üretiminde kalan su sıcak plakalara püskürtülüyor, buharlaşma sonucu elde edilen toz işte. nerede kullanılıyor? peynirli çizi de peynir mi var zannediyorsunuz. tüm bisküvi ve kek sektörünün birinci sınıf dolgu maddesi. kg fiyatı 50 krş gibi bişeydi.yediğiniz bisküvit, kek, kraker vs paketlerin üzerini bir okuyun bakalım içinde şeker ve un dışında tanımadığınız kaç kalem malzeme var. bir top keki toptancısı 15 krş a satıyor. anam-babam usulü un,yumurta ve yağ ile yapsanız 30 krş malzeme maliyeti var, ambalaj, üretici karı, nakliye ve toptancı karı vs eklenince nasıl o fiyata satılabiliyor? çünkü kek değil kek benzeri kimyasal bir şey alıp yiyoruz. paketin üzerini okuyun anlarsınız.
  • bezelyenin kurusu öğütülüp fıstık süsü verilerek tatlılara konuyor.
  • pul biberin, karabiberin, kimyonun vs ektractı var, kilosu 5 tl ye satılan sucuklarda gerçek baharat mı var sanki. bazılarında zaten sucuk benzeri ürün yazıyor.
  • bir danadan 25-30 kg sinir çıkıyor . -40 derecede dondurup öğütüyor sinir unu yapıyor sosise basıyorlar. şarküteri ürünlerine dikkatli bakın. %100 dana diyor, dana eti demiyor, anlayın işte.
  • tavukların boyun , taşlık, kanat ucu vs gibi ticari değeri olmayan her yeri kemikleriyle öğütülerek "mekanik kıyma " isimli bişi yapılıyor. tüm tavuk sucuk ve salamlarında bu var, siz tavukların göğüs etlerinin kıyma yapıldığını sanıyorsanız fena yanıldınız.

Bütün bu işler T.C.Tarım ve köy İşleri Bakanlığı izni ile yapılıyor. Tamamen ve her yönüyle gıda terörünün cenneti olan yurdumuzda izinle bunlar yapılırken siz varın kaçak yapılanları düşünün,

Bütün ekmeğe tavuk döner 2 tl , yarısı işkembe,

ööööffffffffffff, sıkıldım gene...

GDO ne ki o daha yeni farkedildi, devede kulak bile değil. bugünkü hürriyette yılmaz özdil'i okuyun oda iyi dokundurmuş. Bunlar işin yemek faslı, daha gıda ambalajları var, koruyucular var vs.kıyamet kopuyor da bizim gıda mühendislerimizin sesi soluğu yok ortada, bir garip yemekçi inşaat mühendisi çarşı pazardan topladığı bilgileri ortalığa döküyor.

sevgiyle kalın,
S.Erler "

***************

İşte böyle...

Gerçekten hâla şaşırabildiğime şaşırıyorum ben artık...

Bütün bunlar icebergin sadece görünen ucu ve bizler de sadece hakettiğimizi yaşıyoruz, maalesef! Araştırmaz, öğrenmez, uygulamazsak, bize ne verilirse onu yemekten başka da seçeneğimiz kalmaz!

FSD'de de vurgulandığı gibi, "Çocuklarımız ve Geleceğimiz için, Endüstriyel Gıdaya HAYIR!" diyerek, hiç olmazsa bir ucundan başlayabiliriz...


15 Kasım 2009 Pazar

Elif Şafak

Sabah yazdığım yazıda konu dışına çıkıp, "kadının bir pazarı bile yok, kendine ayıracağı" diyordum ya... Diyordum ama "konu bu değil" deyip, bırakmıştım orada...

İlerleyen saatlerde gazetelere göz atarken, Haber Türk/Pazar'da Elif Şafak'ın yazısına takıldım ve "hah" dedim, "işte bu!"

Öyle güzel yazmış ki... İnternette bulamadım ama düşerse buradan paylaşmaya çalışırım. Giriş kısmını ise üşenmeyip alıntılıyorum:

" Yap-boz 'puzzle' gibi bazı kadınların hayatı. Parçalar bir bütüne tamamlanıyor elbet ama parçalı kalma hali hiç değişmiyor. Bazen kendimi aynı anda havada sekiz top çevirmeye çalışan bir akrobat gibi hissediyorum. Öyle zamanlar oluyor ki toplar uyum içinde dönüyor, muazzam bir dengede, ahenkle. "Vay be," diyorum kendi kendime, "aynı anda ne çok iş yapabiliyorum". Öyle zamanlar oluyor ki bütün toplar sözleşmiş gibi çıkıyor yörüngeden, hepsi paldır küldür kafama iniyor. Hiçbir şeyi tam yapamıyorum."

diyor Elif Şafak ve ne güzel tercüman oluyor tüm duygulara...

sessizliğin düşündürdükleri

Eskiden çook eskiden, cumartesi özellikle de pazar günleri, " hele de okula giden çocukları olan aileler için" evde toplanılan günlerdi.

"Özel" pazar kahvaltısının ardından; tüm fertler tembellik yapma hakkını kendinde gördüğü için, gazete ve dergilerin ortalarda kalmasına, çocukların odalarının bir türlü toplanamamasına pek aldırılış edilmezdi.

Diğer aile üyelerinin rehavetinin yanında, annenin yaşam temposunda bir azalma olmadığı gibi aksine bir bir ivme bile söz konusu olurdu, o da ayrı... Hele bir de çalışan bir anne ise :(( Tüm hafta bekleyen ev işleri, yıkanıp ütülenecek çamaşırlar, ertesi gün için planlanan zeytinyağlıların yanında pazar günü için çocuklara özel "anne eli değmiş" bir şeyler hazırlama çabaları... Kişisel bakım veya kişisel gelişim veya eş-dost ilişkileri için ayrılması gereken zaman bunların dışında...

Neyse de, konu bu değildi aslında!

Konu, eskiden hiç olmazsa pazarları ev ahalisinin evde toplandığı idi...

Şimdi?

Herkes bir tarafta!

Çocukların kimi dershanede, kimi sporda, kimi özel derste... Sonra çarpraz olarak değişip; dershaneden çıkan spora, spordan çıkan özel derse, özel dersten çıkan dershaneye... gibi gün sonuna kadar üçlemeyi tamamlayacaklar.

Eş, bu trafiğin akışından sorumlu ulaştırma görevini "şehir dışında olmadığı sürelerde" üstlenmiş durumda...

Anne, üstte yazılan bildik ev işleriyle meşgul... Gazeteler ortalığa saçılmamış, hatta henüz ilk sayfa bile açılmamış... Odalar derli toplu...

Ama ev ıssız, sakin... Dışarıdaki tarfik gürültüsünün azlığı, bir de evi saran mis gibi kek kokusu da olmasa, herhangi bir hafta içi günden farksız... Yani hiç PAZAR GİBİ DEĞİL!

Pazar günleri kiminin de aklında "banyo, çamaşır ve biraz da "kaos" günü" diye kalmış... Bunu kardeşim, bazı arkadaşlarım ve bir köşe yazarının (ismini hatırlamıyorum) kendinden ve çevresinden verdiği örneklerden biliyorum... "Pazar'ları hiç sevmezdim..." diyordu o yazar bunları sebep göstererek. "Sevmezdim"... Acaba hâlâ aynı kanıda mı, o günlerle ilgili... O zaman için sıkıntılı gelen anlar, şimdi özlem yüklü olabilir mi, kimbilir?

Hayatın yüklediği yeni sorumlulukları, yeni görevleri, yeni rolleri elden geldiğince tam yapmaya çalışırken, ıskaladığımız tüm değerler ve bunların getirdiği boşluk duygusu ile geçmişe duyduğum özlem -belki de artık yaş icabı- gittikçe artıyor benim için... Özlüyorum!

14 Kasım 2009 Cumartesi

kıpırdanma başladı

Dün okuldan gelir gelmez, üzerimi değiştirip yürüyüş bandının üzerine attım kendimi... Eğer bir kaç dakikalığına bile oyalansam, "bir soluklanayım, gazetelere bir göz atayım, şunu yapayım bunu edeyim" desem, yine erteleyeceğimden korktum!

Yazdan beri vücudumun iyice hamlaşması sebebiyle, "herhalde 3 hızında ancak yürürüm" diyordum ama öyle olmadı... 4.5-5-5.5 hızda fixledim... Gerçekten özlemişim, çünkü zamanım olsa 1 saat daha yürüyebilirdim!

45' yürüyüş

15' roller ile pedal çevirme

20' basen bölgesine masaj (titreşimli masaj aletiyle...)

Yani 2 gün önce "rüyamda veya hayalimde" yaşadığım gibi...

Kendime verdiğim sözü tuttuğum için mi, spor yapmanın endorfin salgıladığı gerçeğinden midir bilinmez, bir mutluydum bir mutluydum dün gece...

13 Kasım 2009 Cuma

yalnız değilim

Beynim son zamanlardaki yeme dengesizliklerimden dolayı suçluluk duygusu ile öyle çok başetmeye çalışıyor ki, bu sabah uyanır uyanmaz kendime söylediğim ilk şey "dün gece yine çok kaçırmışsın, bak yine nasıl şiş karnın!" suçlaması oldu...

Tam "suçlu, ayağa kalk" psikolojisindeydim ki; "hayıııırrr" dedim, "ben yapmadım!"

Ohh!

Evet, ben yapmadım... Dün hiç beni kötü hissettirecek bir yeme bozukluğu eyleminde bulunmadım. Yemekten sonra bile! Bir çay tabağına aldığım "küçük bir avuç" beyaz leblebi-siyah kuru üzüm karşımı vardı ıhlamurumun yanında.. Avuçla yemekten, kibar kibar tane ile yemeye geçmiştim dün gece...

Şişliğimin sebebi ise, malum dönemin kapıda olması...

Düşünüyorum da, iyi ki şu beynimi kemiren "suçluluk duygumu peşime salan iç sesim" yanlışlarımda hep peşimde ve beni devamlı dürtüklüyor. Ya olmasa ve pes edip, "ne halin varsa gör" dese, beni bana bıraksa! Halim nice olur...

Çünkü uyarı alıp alıp bildiğini okuyan bu bünyeyi taşımak kolay iş değil...

Allah'ım iç sesimi benden alma, lütfen!

12 Kasım 2009 Perşembe

söz

"Başarısızlık, yeniden ve daha zekice başlama fırsatından başka bir şey değildir. Başarısızlığı herkes tadar, ancak başarının bedeli azimli ve kararlı olmaktır" demiş, Henry Ford...

Ben de buraya taşıdım, belki biraz feyz alabilirim diye...

***

Dün akşam işten dönüp, biraz dinleneyim diye yatağa uzandım. Beynimde "vücudumu bir türlü harekete geçirememiş olmanın verdiği" rahatsızlık...

Sonra birden kalkıp eşofmanlarımı üzerime geçirmem, bir süre koşu bandında yürüyüşüm, ardından yerde bacak hareketleri, elektrikli masaj aletinin en sert aparatı ile 20 dakika basen bölgesine masaj... Sofrada zaten yaptığım "maximum dikkat"i, yemekten sonra da gösteriyorum ve çayın yanında "cıs" olan hiç birşeyi ağzıma sürmüyorum... Azimli, kararlıyım... Aldığımdan beri içine giremediğim pantalonum, elbisem öyle güzel duruyor ki üzerimde... 2 ay sonra katılacağım düğünde beni zor tanıyorlar... Hafifim, mutluyum...

"Anne, ne zaman yemek yiyeceğiz?"

Gözlerimi açıp bakıyorum... Oğlum!

Şöyle bir uzandığım yatağımda "hayal kurarken, nasıl olması gerektiğini imgelemeye çalışırken" uyuyakalmışım. Üzerimi örtmediğim için her tarafım buz kesmiş...

"Tamam oğlum, şimdi hazırlıyorum" deyip doğruluyorum...

Bir süre aklımın başıma gelmesi ve gördüğüm "düş"ün etkisinden biraz daha çıkmamak için yatakta otururken; bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha karar veriyorum:

"bu düşlerde kalacak kadar uzak bir hayal değil"

Hayallerimi hedef haline getirmek için yol haritamı yeniden gözden geçirmem gerekiyor.

Yazacağım...

9 Kasım 2009 Pazartesi

özlüyoruz


Sadece Kasım'larda değil,
her zaman...
Sevgi, Saygı, Minnet ve Özlemle anıyoruz.

6 Kasım 2009 Cuma

yemiyorsak sebebi var...

Fikir Sahibi Damaklar'dan bir bülten daha...

Diyorlar ki:

"Yemiyorsak sebebi var: SOYA"

"Biz GDO'lu gıdaların yönetilmesini değil, yasaklanmasını istiyoruz....ve diyoruz ki: bize katılın, GDO orucu tutun.Yönetmelik ne derse desin, üzerinde GDO'suz yazanı arayın ya da organik ürünü tercih edin.Düşünün ki raflardaki onca gıdaymış gibi yapan ürün siz satın almazsanız karlılığını yitirecek. Düşünün ki, gıdaymış gibi yapan onlarca kavanoz, kutu ve şişe siz satın almadığınızda üretenlerine birer zarar olarak geri dönecek.Cebinizdeki o binbir güçlükle kazandığınız paranın alım gücüne güvenin.Onu gerçek gıdaya yatırın."

...

Buradan ulaşabilirsiniz...

Lütfen okuyalım, okutalım...

"artık yemeyeceğim"

Üstteki postun konusundan ("Yemiyorsak sebebi var: SOYA") etkilenerek, sevilen eski bir şarkıdan apartma yapılmış sözler dilimde:

"artık yemeyeceğim,
bütün kabahat benim..
ne kadar ağlasan boş,
ne kadar yalvarsan boş,
sana dönmeyeceğim..."

***

Bir anne olarak "dengeli ve sağlıklı beslenmeyi" çocuklarım için kendime dert ettiğimden beri; okuyor, araştırıyor, uygulamaya çalışıyorum...

  • evlendiğimden beri, yaz sonlarında; yapabildiğim kadar çok domatesi, kavanozlarda (hani şu sıcak halde kavanozu ters çevirme yöntemi) veya dondurucuda kış için saklıyorum,
  • biber salçamızı bazı seneler annem yapıyor ama domates salçası hazır alınıyor :(
  • tarhana, erişte ben bildim bileli evimizde yapılır... tarhana hâlâ öyle; önceleri anneannem, şimdi annem... sağolsun, küçücük balkonunda başarıyor... ama erişte imece usülü yapıldığı zaman kolay, bu yüzden uzun zamandır bizim eve özel yapılmıyor da, "komşuda hazırlanan, bize de düşer" hesabı, anneme köyden komşuların verdiklerini annem de bize dağıtıyor ki o da 1-2 pişirimlik... ama ben yeni bir erişte makinesi aldım: erişte, spagetti, herşeyi yapıyor ve bu ev yapımı makarnanın lezzeti (içindeki gerçek yumurtadan dolayı, vs.) hiçbir şeyde yok diyorlar... (bu arada n'oldu diyet demek yok! çocuklar için bu...)
  • yaklaşık 4 senedir, ekmeğimi kendim yapıyorum (ekmek makinesi için örnek olan tarçın'ın mutfağı teşekkür),
  • katkısız ve doğal, üzerinde kalın bir tabaka kaymak biriken sütümü o zararlı ilan edilen ama güvendiğim "sokak sütçüsünden" alıyor ve yoğurdumu, bazen lorumu bu sütten yapıyorum (bu konudaki bilinçlendirme yazılarından dolayı teşekkürler FSD grubu),
  • "çocuklarımı toprakla, üretmekle daha fazla haşır neşir etmeliyim" diye düşünüp araştırdığımda karşıma çıkan PDA'ya da sonsuz teşekkürler ki sayelerinde 2 senedir -yazları da olsa- bazı sebzelerimizi, domatesimizi kendimiz üretiyoruz.
  • ürünlerin etiketlerini daha dikkatli okuyor, mümkün olduğunca evde yapılmış gıdalar tüketmelerine dikkat ediyorum.
  • bazen -çocuklarıma göre- çok abartıyorum ve falancanın annesi gibi olmadığım ve onları rahat bırakmadığım için eleştiriliyorum, bazen de -doğru ve yanlışı öğretip, kendi kararlarını kendileri versinler diye- abur cuburlarına göz yumma konusunda esnek olabiliyorum... eğer ipun ucu çok kaçıyorsa, yine dizginleri ele alıyorum... ama öyle zor ki etraftaki albenisi son derece yüksek tüm endüstriyel gıdalara karşı bu savaşı yürütmek!
  • son birkaç senedir gösterdiğim bu titizliği neden daha önce de göstermedim diye hayıflanıyorum ve biliyorum ki; kadın bilinçli olursa, anneler bilinçli olursa tüm toplum bilinçlenir!

Bu bilinci oluşturmak adına, sadece GDO değil, ülkemiz ve dünyamızı ilgilendiren sağlık ve diğer tüm konularla ilgili bulduğunuz her şeyi okuyun ve paylaşın... Bilgili nesillerin yetiştirilmesi, eğitimin yaygınlaştırılması ve eğitim seviyesinin yükseltilmesiyle sağlanacak bir bilgi toplumu sadece hayal olmamalı...

özümüze dönebilsek

Bizim evde sabahları kahvaltı yaparken "habertürk" kanalı açık olur ve -bilenler bilir- bu kanalda saat 08.00'dan itibaren de köşe yazarlarının o gün gazetelerinde çıkan haberleri okunur... Sonradan doyamayıp, bir kez daha görerek, dokunarak, koklayarak okunsa da, sabah erkenden "kim ne demiş"i bir çırpıda almak çok pratik ve yararlı oluyor... Böylece çocuklar da -yaşları icabı henüz köşe yazarlarının hepsini takip edemeseler de(spor yazarları hariç :)) farklı görüşleri dinleyerek, en azından bir kulak dolgunluğuna sahip oluyorlar.

Ne uzun bir girizgâh oldu!

Bu sabah -üslubuna bayıldığım- Yılmaz Özdil'in yazdıklarını dinlerken kâh güldüm, kâh vahlandım. Neden mi, buyurun:


"GDO’lu diyet tarifleri

Haliyle panik halindesiniz... “Nasıl anlarız? Genetiği değiştirilmiş organizma yemekten nasıl kurtuluruz?” filan.

Şöyle...
*
Annaneniz öpülesi elleri parçalanırcasına, ovalaya ovalaya tarhana yaparken, siz, “Aman annane be, boş versene” deyip, marketten hazır çorba alıyordunuz ya... Annane rahmetli oldu ve siz, o tarhananın tarifini annaneden alıp, bir kenara yazmadınız ya... İşte o nedenle, siz, genetiği değiştirilmiş organizma yemekten kurtulamazsınız maalesef.
*
Ne verirlerse...
Onu yiyeceksiniz.
*
Kız evlat yetiştiriyorsunuz, en iyi okullara gönderiyorsunuz... Piyano çalıyor, İngilizce konuşuyor, Grammy alanları tek tek biliyor. Bilmeli... Ama alt tarafı limon, şeker ve su kullanıp, limonata yapmasını bilmiyor! Yoğurdu çırpıp, ayran yapamıyor, ayran... İşte o nedenle, kızınız, genetiği değiştirilmiş meşrubat içmeye mahkûm maalesef... Torunlarınız da.
*
Zahmet edip sütlaç yapmadığınız için, kek yapmaya üşendiğiniz için... İçinde ne olduğunu bilmediğiniz gofretleri, mısır patlaklarını kemiriyor sizin oğlan! Hamur tutmayı, şöyle mis gibi ıspanaklı bi börek yapıp, çantasına koymayı bilmediğiniz için, hamburger bağımlısı oldu. Tahin-pekmezi “köylü işi”, vıcık vıcık yağ fışkıran kremaları “modernite” sandığınız için, daha 10 yaşında ayıya döndü, yuvarlana yuvarlana yürüyor, tıkanıyor, merdiven çıkamıyor.
*
Size zor geliyor ama, zor mu evde yoğurt yapmak? İstanbul’un güneşi müsait değil, anlarım, zor mudur İzmir’de, Antalya’da, Adana’da evde salça yapmak? Şikâyet edip duruyorsun, içine katkı maddesi konuyor, zorla beyazlatılıyor diye... İster tam buğday unundan, ister çavdardan, hakikaten zor mudur evde ekmek yapmak? Bütün ailen kabız... Tonla para verip, abuk sabuk ambalajlı-meyveli saçmalıklardan medet umacağına, niye öğrenmiyorsun kabak tatlısı yapmayı?
*
Güya, çoluğunu çocuğunu düşünüyorsun, taze taze yesinler diye, pazara gidiyorsun... Eğri büğrü biberlere, doğal olduğu için tuttuğunda ezilen domateslere ağız burun kıvırıyorsun, hormonlu, tornadan çıkmış gibilerini alıyorsun... Ne işe yaradı senin pazara gitmen?
*
Kocanız da, bu satırları okuyup, size akıl verecek şimdi... Söyleyin ona, ukalalık etmesin, götürün aktara, hatmi çiçeğiyle zencefili birbirinden ayırt etsin, ondan sonra konuşsun!
*
Enginar, börülce, radika, cibes pişirmekten haberin yok; gazetelerin tiraj almak için kıçından uydurduğu kıçımın uzmanlarından fıldır fıldır brokoli tarifleri öğreniyorsun... Brüksel lahanası yiyerek mi AB’ye gireceğini sanıyorsun?
*
Çin’den bal getiriyorlar mesela... Taaa Arjantin’den, Meksika’dan bal getiriyorlar. Neymiş efendim, içinde genetiği değiştirilmiş organizma olabilirmiş falan... İçinde tavuk ibiği, maymun kulağı olmadığına şükredin! Ben iddia ediyorum... Kaşla göz arasında frankeştayn ürünlere kapıları açan arkadaşlarla, Amerikan çiftçilerinin avukatı profesörlerimiz, sırf karakovan balına sahip çıksa, Şemdinli’de, Pervari’de terör bile azalır, terör bile.
*
Uzatmayayım.Mutfak genetiğimizi kaybettik biz.
*
Elin adamı, mısırdan, soyadan, domatesten önce beynimizin DNA’sını değiştirdi!
*
Hurrraaa diye köyden kente göçerken, dışarda tıkınmayı şehirleşme zannettik. Ambalajlı ürün tüketmeyi, zenginleşme zannettik.
*
Dolayısıyla, ya kafayı değiştirip, özümüze döneceğiz... Ya da ne verirlerse onu yiyeceğiz..."


--------------------------------------------

Ne yerinde tespitler, değil mi?

Gerçi PDA'nın mimarı Tansug'lardan gelen mailin başlığı "GÜNAYDIN!" idi...

"Kocaman bir "Günaydın"! günlerdir mahut GDO Yönetmeliğine dört elle sarılıp sürekli haber üreten, Bu arada ister istemez yıllardır sadece dar çevrelerde konuşulup çözümler aranan doğal beslenme konusuna da değinmeye başlayan ve doğal döngüyü farkeden kitle iletişim araçlarına!..Kimi çevrelerde bu konunun yaygın biçimde ele alınmasının grip aşısı v.d. konularda dar boğaza girilmesi üzerine "gündemi değiştirmek" amacıyla yapıldığı söyleniyor... Öyle bile olsa bir kere Pandora'nın kutusu açıldı... Gene de çok dikkatle izlemekte yarar var bu iletişim fırtınasını...Önemli olan "sonuç" çünkü, her zaman olduğu gibi..."

demişler. Haklılar da...

Ama her işte vardır ya bir hayır, acaba bu GDO fırtınası da bir şeylere vesile olur da bir parça da olsa özümüze döner miyiz?

Kimbilir?

"Bir anne olarak ben neler yapıyorum?"

Yarına...

Sevgiyle ve sağlıkla...


4 Kasım 2009 Çarşamba

kampanya ve duyuru


Pino'nun sayfasında okuyup da yönlendiğim bir kampanyayı ben de buradan duyurmak istedim:

"Benim naciz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. "


Rahat uyu Ata'm... Cumhuriyeti'nin yılmaz bekçileriyiz.

***
**
*

II. duyurum da şu GDO ile ilgili:

Fikir Sahibi Damaklar grubunun göndermiş olduğu bülten burada...

Lütfen okuyun okutturun...

Tepkisiz kalmayın... Neler yapabiliriz?

Mesela aşağıdaki örnek gibi bir form hazırlayıp, etrafımızdaki insanlara imzalatabiliriz:

"
Sağlıklı gıda yemek istiyoruz
Gıda ,tohum haktır
Genetiği Değiştirilmiş ürünleri bu ülke topraklarında ve gıda olarak sofralarımızda istemediğimizi beyan ediyor, GDO’lu ürünlerin ülkemize serbest giriş ve serbest dolaşımlarının, çıkarılacak Biyogüvenlik Yasası ile kontrol edilmesini, bunların ekilip dikilmesini yada gıda olarak tüketilmesini istemeyen halkın iradesine saygı gösterilmesini istiyoruz.
ADI SOYADI ŞEHİR MESLEK İMZA
"




GDO'ya hayır grubundan gelen bir mail'i paylaşıyorum:

"From: gdoyahayir@yahoogroups.com [mailto:gdoyahayir@yahoogroups.com]
Subject: [gdoyahayir] TARIM BAKANLIĞINA GDO FAKSLARI


arkadaşlar,

ziraat müh od ist şb tarım bakanlığına mısır balonu kampanyasında toplanan imzaları fakslıyor.

tarımsal araştırmalar genel müd
faks: 0 312 3153448 - 3432118

tarımsal üretim ve geliştirme genel müd
faks: 0 312 2870041

koruma ve kontrol genel müd
(faksı araştırılıyor)

bu genel müdürlükler yönetmelikte adı geçenler.

faksı olan ve elinde imzalar olan arkadaşlar da bu eyleme başlayabilirler.

ahmet"



Biz de okulumuzda çocuklarımızla konuşuyoruz; artık yiyecek konusunda çok daha dikkatli ve seçici olmalarını öğütlüyoruz. "Fikir Sahibi Damaklar"ın bültenini büyütüp öğretmenlerimizle paylaştık. Yapacağımız "Sağlıklı Beslenme" konulu bir seminerde de velilerimizle paylaşımlarımızı sürdüreceğiz.

Hedef GDO'nun geri çekilmesi... Olmadı, etiketlerde bilgilendirme hakkımızın bize verilmesi... Ama asıl önemli olan artık seçici olmak ve "şüpheli" hiçbir gıdanın yanına yaklaşmamak...

Bugün okuldan dönerken çocuklarımla konuştum. Maalesef bayılıyorlar mısır gevreğine, patlamış mısıra... Cips, bisküvi, vs. de ara sıra da olsa evimize giriyor... Neden vazgeçmeleri gerektiğini, neden dikkatli olmamız gerektiğini, şimdi bir şey olmuyor gibi görünse de, gelecekte onları nelerin beklediğini anlattım... Dinlediler, "peki annecim, artık almayız" dedi ufaklık... "Ama patlamış mısır da mı yemeyeceğiz?"

Siz tepedekiler; çocuklarımıza, geleceğimize neler yaptığınızın farkında mısınız?

!!!

ben ne şekerim yaaa!!!

kafam gitmiş nerelere gittiyse...

dün sabah kalktım, ayın 4'ü sanıyorum ve sabah tartıldım...

geceyarısı olmadan da, harala gürele yazımı yetiştirmek için çabaladım (hayır efendim, kimse balkabağına dönüşmeyecek ama tartıldığım gün yazmış olmak istedim..)...

"yayınla" deyip de kontrol için sayfaya baktım ki yazının tarihi "3 kasım" !!!

meğerse ayın dün 3'ü imiş.. yani tartılmaya daha 1 gün varmış

:((

:))

gülerim ağlanacak halime... ne diyeyim...


Not:

Kurallara uymak lazım! Madem ayın 4'ü bugün, bu sabah da tartılmak şart!

(içses): "Sen sadece işine gelen kurallara uyuyorsun ama özellikle diyet konusundaki kuralları takmıyorsun... Mesela dün akşam 1,5 minik saray helvası ve 10 kadar da sarı leblebiyi mideye indirirken, kural mural yoktu, di mi!!??!!"

(Dışses): "Bir dakika lütfen, kafamı karıştırma. Burada ilginç ama ilginç olduğu kadar da güzel bir haber vermeye çalışıyorum.Asıl tartılma günüm bu sabah idi ya! Ben de bu sabah tekrar tartıldım. Dün sabah 93.6 iken bu sabah 93.1 çıktım. Yani dünden bu yana -500 gr... Allah Allah! Yani süper tabi de, nasıl oldu anlamadım. Piller de taze :) Acaba tazeledim diye bana kıyak mı geçti?

Ayrıca o saray helvası; çok çok değer verdiğim, saygı duyduğum bir insanın izzet-ikram getirdiği hediyeydi. Çok minik dilimlerdi. Buçuk olan da ufaklığın tabağında kalandı, ziyan olmasın diye yedim... Leblebinin ise mazereti yok! Üstelik de öyle bayattı ki..."

(içses): "Peki, hadi bir seferlik diyelim. Ama bundan sonra, mazeretli veya mazeretsiz, oyunu bozarsan, bedelini ödersin... Bu akşam saat kaç olursa olsun, yürüyüş yapacaksın. En az 35'... Ha, bir de iki gün üst üste "cıs" olmayacak. Anladın umarım...

(Dışses): "Evet, anladım. "Cıs" yok, hele iki gün üst üste hiç yok. Mesela bu akşamki davette sadece Mehtap'ın listeden seçim var: balık, havuçsuz yeşil salata, su... Ne Kalamar ne karides çeşitlemeleri, ne helva!!! ühü..ühü..ühü..."

3 Kasım 2009 Salı

uzun ince bir yol

Tartım bozulmamış, sadece pili bitmiş. Sevindim.

Kaç senelik tartı, bitmiştir.

Şimdi taze pillerle, taze taze tartılacağım.

Ama bugün rutin aylık tartılmamı yaptım ve artık 1 ay tartı yok! Yasak!

Neden?

Çünkü başa döndüm. Çünkü bir türlü bayram önceki o müthiş motivasyonuma geri dönemedim. Çünkü kör, topal, 1 ileri 2 geri bu işi götürmek istemiyorum. Çünkü... Çünkü...

Sabah çıktım tartıya. Çok şükür ki eksilme var. Çok mu? Bir önceki ayın rakamına bakarsak, hayır! Sadece 400 gr. Ama fotoğrafa geniş açıdan bakarsak, aslında grafiğin bir ara epey yükselmiş olduğunu, buna rağmen yine de -400 gr.ın "başarı" sayılabileceğini farkederiz.

Neyse...

Sıkıldım!

Asla "sağlıklı beslenme kararlılığımdan" değil... Kendimden... Kendi kararsızlığımdan...

Bunun için, başa dönmeye karar verdim.

Mehtap'ın sınıfına kayıt olduğum Mayıs'09 dan beri, devamlı takipteyim yazdıklarının... Yorumlarını bile sonuna kadar okuduğum, notlar aldığım tek blog... Gerçekten de çok keyifli orada olmak...

Ama itiraf ediyorum; bütün listeleri birebir uygulamamıştım. Her listeye, eski bildiklerimden katkılar yaparak, bildiğim değişim listelerini katarak, yani kendi yorumumu da katarak birşeyler yaptım... Bazen DKZ (doyma sinyallerimi dinleyerek) uyguladım, bazen kalori saydım... Başarısız da olmadım aslında... Azar azar hep verdim...

Şimdi sorunum ise konsantremi kaybetmiş olmam. "Kendime yeni yollar bulmaya çalışıyorum, yeni kaldıraçlar" demiştim geçenlerde... "Spora başlarsam, olacak" da demiştim... Ama başlayamadım. Biliyorum ki bu gerçekleştiğinde kendimi çok ama çok iyi hissedeceğim. Az kaldı, biliyorum... Çünkü herşeye baştan başladım:

Mehtap'ın listelerine 1. haftadan başladım. 2. günüm bitti. Açlık falan yok gündüzleri, hatta ara öğünleri bazen zamansızlıktan atlıyorum (olmamamalı, biliyorum!)... Esas derdim olan "akşam çay ve yanında birşeyler atıştırma" da, şu an için sessizliğe bürünmüş görünüyor... Akşamları; bitki çayı, metabolizma çayı falan içip kendimi kandırmaya çalışıyorum...

Benim yeni yolum bu...

4 Aralık'taki tartılma günümde 89.9'lara artık kavuşmak ve sayfanın en altındaki ticker'a yeni bir hedef yazmak dileğim...

Kendimi seviyorum ve bunu hak ediyorum!

1 Kasım 2009 Pazar

ya herru ya merru*




Cumhuriyetimizin 86. Yılı Kutlu Olsun. Yüce Ata'mızı, değerli asker arkadaşlarını ve tüm şehitlerimizi bir kez daha minnetle, saygı ve sevgiyle anıyoruz.
**********************
*******************
**************

Çarşamba sabahı tartıldım. Aslında rutin tartılma günüme daha vakit vardı ama hem 3 günlük detoksun sonucunu görmek, hem de yolculuk öncesi ne durumda olduğumu ve dönüşte ne durumda olacağımı net saptamak için "ara tartılma" yaptım diyelim.

Detoks öncesi 94,7 kg. (evet, son tartılmadan sonra bir +700gr. daha!)
Detoks sonrası 93,1 kg. (güzel:))

Güzel de, dönüşte ibrede "+" görürsem, kendime ceza vermeye karar verdim. Verdim de nasıl bir şey olacağına karar vermedim. Lütfen, lütfen eksilme olmasa bile aynı rakamı göreyim.. Pleeeesa!

Şimdi yolculuğa bu kilo ile çıktım..


Dönüşü yazacağım..

Şu anda otel odasında hareket saatini beklerken yazıyorum. İnternet yok, kısmetse eve varınca aktaracağım yazdıklarımı.


Kısaca beslenme düzenimi yazarsam:

Efendim; çarşamba sabahı kahvaltımda yine hayvansal bir ürün yoktu. 1 Küçücük dilim çavdar ekmeği, 6-7 adet annemin yaptığı kırma yeşil zeytin (şimdi tam mevsimi ve bu mevsim bu zeytinleri dört gözle beklerim), domates, salatalık, maydanoz ve ıhlamurlu bitki çayı... Midem de kafam da rahat!

Yolculuk kendi arabamız ile gerçekleşecek ve bu sebeple eşim kıtalararası gidecekmişiz gibi erzak depolamış, her zamanki gibi!

Çocuklara ve eşime ikram ederken, ben de; 1 avuç kadar şamfıstığı, 1 avuç kadar leblebi, 500 ml. bitki çayı, 2 adet müthiş ama müthiş un kurabiyesi (bunu bir ara denemeliyim: antep'ten gelen bu un kurabiyesinde tereyağ ve kristalize şekerin damağınızda bıraktığı lezzet ile beyniniz uyuşuyor resmen!)...

Bunlar arabadaki "ara öğünler"...

Öğle ikindi arası 1 porsiyondan az köfte (8-2), acı biber soslu... Sonra yine yolculuk ve 1 un lkurabiyesi ile 2 mandalina...

Akşam yemek yok, birkaç adet leblebi var...


Perşembe sabahı; yeşil çay, 1 dilim çavdar ekmeği, kaşarlı omlet.. Kahvaltıdan sonra 1 adet un kurabiyesi (kutu bitse de ben de rahatlasam!)... Arada 2 adet expresso... Biri sade, biri kremalı..


Bu arada, gittiğimiz 2. cafede, kahvenin yanında gelen incecik rulo yapılmış minik kağıt dikkatimi çekti..

Meğerse burada adetmiş, belki bizde de veya başka ülkelerde de yaygındır ama ben yeni gördüm, hoşuma gitti! Fincanın kenarına bir (onlara göre) "niyet kağıdı" koyuyorlardı. Bulgarca bilmediğim için eşimin asistanına çevirmesini rica ettim.
Benim fincanımdaki kağıtta yazan söz tam da benlik çıktı:


"Uzun yolculuklar bir adımla başlar."

(İçinde bulunduğum durumu bundan güzel anlatan başka söz şu anda aklıma gelmiyor)


Bu uygulama okuduğum bir hikâyeyi getirdi aklıma: Süper marketin birinde, kasada müşterilerin torbalarını doldurmaya yardım eden bir kişi, bir süre sonra müşterilerin torbalarına kendi hazırladığı ve üzerinde bir adet "günün sözü" yazılı kağıtları atmaya başlar. Bir süre sonra, o kişinin kasasında günün sözünden almak isteyen insanların oluşturduğu uzun kuyruklar oluşur...
Böyle bir hikâyeydi...

Nerede kalmıştım:

İkindi gibi çocuklar acıkınca pizza yemek istediler. Herkes pizza, ben ton balıklı salata yedim. Tabi eşimin "olmaz, illâ ki tadına bakacaksın" diye verdiği 2 lokma ve bir küçücük kenarı saymazsak...


Gecenin ilerleyen saatlerinde de 1 küçük adet baklava dilimi ve birkaç leblebi vardı...

Dönüş sabahının kahvaltısı bir öncekiyle aynıydı. Sonrasındaki yolculuk atıştırmalarında ipin ucunu kaçırmamaya çalıştım, akşam yemeğinde yine acı soslu köfte (ekmeksiz) ve yoğurt vardı...

Cumartesi sabahı tartılıp günah-sevap hesabı yapacaktım ki, o ne! Tartının pili bitmiş! Yani umuyorum öyledir, umarım bozulmamıştır, yeni piller gelince anlaşılacak.


Tartılamadım. Aldım mı, verdim mi, bilemedim! Böylece muhtemel bir cezadan da kurtuldum :)
Bu arada ayın 4'üne de çook az kaldı bu arada...Ya herru ya merru*


*Benim bu haliyle bildiğim ama "ya herro ya merro" veya "ya herrü ya merrü" versiyonlarının da bulunduğu bildirilen; itü sözlüğe göre "ya batar yada çıkar manasında kürtçe bir deyimdir" ve
"ingilizce'de "make it or break it" deyimine yakın anlam taşır"diye tanımlanan bir deyim/söz grubu...

26 Ekim 2009 Pazartesi

2 ileri 1 geri...

Mayıs ayında yaptığım detoksun bir benzerine başladım cumartesi günü..

Sebze ağırlıklı besleniyorum.
Hayvansal gıda yok, tahıl grubu da yok...
Siyah çay, kahve, konsantre ve gazlı içecekler de yasak..
Bol yeşil çay, içinde her türlü bitki ve aromatik ot olan bitki çayları serbest..
İkindi gibi badem, kayısı, siyah kuru üzüm, fındık (hepsinden 1-2'şer adet, o kadar)..
Sabah 1 bardak ılık su+ 1 tatlı kaşığı bal+ 2 çorba kaşığı elma sirkesi..
Dün akşam 1 bardak taze sıkılmış nar ve mandalina suyu içtim..

Çarşamba günü bir iş gezisine çıkmam gerektiği için, toplam 5 günü uygulayabileceğim bu programı.. Zaten fazla uzatmak da iyi değil.. Amacım biraz disipline olabilmek, sonrasında bayramdan önceki halet-i ruhiye ile yoluma devam edebilmek..

Dün akşam Mehtap'ın blogunda, Nükhet'in harika hikâyesini okudum. 6 ayda 25 kilo, dile kolay.. İnanmak, azmetmek ve sonuçta da murada ermek.. Gerçekten çok çarpıcı! Feyz alabilene ne mutlu!

Alınmazsa ne mi olur? Benim gibi 2 ileri 1 geri, gidilip gelinir.. Daha kötüsü hep geri.. Allah korusun!

21 Ekim 2009 Çarşamba

"zaman sadece birazcık zaman"

Az önce öğle yemeğinden geldim:

Yayla Çorba, Patlıcan Musakka...

Yedim!

Ne yayla çorbadaki pirincin, ne de musakkadaki patlıcanların yağda kızartılmış olmasının beni germesine izin vermeden... Ekmek almadım, makarna almadım... Muhallebiyi de yanıma aldım, öğleden sonraki çay saatimde ara öğün yapacağım... Sabahki ara öğünümde ise 1 adet yeşil elma vardı...

Kahvaltım klasik peynir+domates,vs.. türündeydi..

Akşam yemeğinin de böyle "dengeli" olacağından hiiç şüphem yok, kesinlikle!

Zaten gündüzleri asla kaçamak olmuyor. Her şey çoğunlukla dengeli ve sağlıklı... Geçen gün öğle yemeğinde hep "zararlılar" vardı, ben de sadece bir çorba içtim... Arkadaşım soruyor "sen gerçekten doydun mu şimdi?" diye... "Evet" dedim... "Midem çok dolu ve şiş ama beynim aç!"... Gülüştük... Anladı mı bilmiyorum ama beynin aç olması esas tehlikeyi oluşturuyor aslında... Gözün döndüğü zamanlar beyin açlığının tavan yaptığı zamanlara denk gelmekte genelde...

Dedim ya benim açımdan gündüz hiç sıkıntı yok!

Amaa...

Gel gör ki akşam yemek sonrası "çay faslı" beni bitiriyor yine...

Bu aralar ben yine buna teslimim... Bazen az zaiyat bazen fecaatt!!!

Bu faslı bıraktığımda veya "kararınca ve sağlıklı tercihlere yöneldiğimde", biliyorum ki ibre yine "-"ye doğru gidecek..

Biliyorum ama "bu ara" uygulayamıyorum...

Teşbihte hata olmaz ama ateş çemberinin* tam orta yerinde gibiyim... Çember gittikçe daralıyor ve biliyorum eğer kendimi atamazsam dışarı, yanacağım! Yine mutsuz, yine huzursuzum bu yüzden...

Bu nedenle, önce ruhumun sonra bedenimin bir arınmaya ihtiyacı var...

Anladım ki beni yine "RUH ve BEDEN TEMİZLİĞİ" paklayacak...

...

*"... ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın... kendin içindeyken kafan dışındaysa çaresi yok kardeşim... her akşam böyle içip kederlenip mutsuz olacaksın... meyhane masalarında kahrolacaksın... şiirlerle şarkılarla kendini avutacaksın... ya dışındasındır çemberin, ya da içinde yer alacaksın..."

19 Ekim 2009 Pazartesi

başlıksız

"...ben o duvarlara çarpa çarpa nasır tuttum,
ağlaya ağlaya yosun tuttum..."

Epeydir yazamadım koşturmalardan, şimdi müsait olunca bakayım dedim en son ne yazmışım ve son cümleyi okuyunca da, dilime geliveren bu şarkı oldu işte:

"...ben o duvarlara çarpa çarpa nasır tuttum,
ağlaya ağlaya yosun tuttum..."


42 yaşta bir kez daha net anladığım nokta şu ki: benim kontrolsüz yeme nedenlerimin başında "stres" geliyor!

Eğer çok yoğun bir tempo içinde isem, üstüne üstlük bir de stres, gerginlik, hafif veya yüksek depresyon halleri içindeysem, birine çok kızgın veya kırgınsam kendimi yemeye veriyorum ve ne yediğime, ne kadar yediğime aldırmadan... Aklım başıma geldiğinde, midem çoktan çöplüğe dönmüş oluyor ve bu sefer de pişmanlıktan, kendime kızgınlıktan yiyiyorum. Bu bir kısır döngü halini aldığında ise iş işten çoktan geçmiş oluyor maalesef...

Neyse ki bu sefer aklımı başıma getirecek biri/birileri var yanımda:

"...sevgili Terazi, devam.. 80’lere geldiginizde iki ay duracagiz, ve sonra tekrar son hiz baslayacagiz.. vaz gecmek, durmak yok.. almayin cikolata filan.. bunlar cok hassas aylardir, hemen geri gelir kilolar.. yenilmeyin lutfen.. lutfen.."

Ne yapıyorum ben?

O kriz dönemlerinde bu soruyu sorsam da kendime, duymamazlıktan gelirdim, geçiştirirdim... Üzerinde durmaz, düşünmezdim... Ama Mehtap'ın -onca iş-güç arasında ve hiçbir karşılık beklemeden- zaman ayırıp da tek tek postlara yanıt vermesinden ve yukarıdaki cevabından çok etkilendim: "... yenilmeyin lutfen.. lutfen.."

yenilmek istemiyorum,

yenilmeyeceğim...

duraklama dönemidir, geçecek...

5 Ekim 2009 Pazartesi

mazeret yok!

Dün tartılma günümdü ve beklediğim gibi aylardan beri ilk defa +2!

Olsun! Hayat ne zaman ve kime her zaman dümdüz, engebesiz olmuş ki.. İniş çıkışlar, sert virajlar, taşlı çakıllı yollar veya dümdüz asfaltlar.. Hepsi bize.. Mühim olan, duraklamalarla da olsa, yola devam etmek..

Yazacak bir çok şey var ama vakit???

Az..

Yazabildiğim, yetiştirebildiğim kadarıyla:

  • Perşembe süperdi. Teşekkür ederim beni şımartan tümm sevdiklerime.. Yemek konusunda çizme çok aşılmadı aslında.. Ama "kuraldışı"lar vardı gün içinde..
  • Bir de programda özellikle akşam uyulması gereken "karbonhidratsızlık" kuralı safdışı oldu!
  • Cuma günü de Perşembe buluşamadıklarımızla programımız olduğundan, o gün de kenarından kıyıısından bir ihlal söz konusuydu :(
  • Cumartesi sabahı kendimize gelindi, "rüzgar gibi geçen 2 günün " muhasebesi yapıldı..
  • Cumartesi günü, bu sefer de ZAMANSIZLIKTAN ve KOŞUŞTURMADAN programa uyulamadı ve akşama kadar neredeyse "aç" dolaşıldı! Akşam acısı çıkarıldı!
  • Pazar günü tartılınıp da +2 görüldüğünde, "soğukkanlılık" korunur gibi yapılsa da, "ne olacak bu benim halim" sendromu başladı. Arkasından gelen tuhaf ruh halinde; önce "birşey yememe" modu, sonra "yarın pazartesi, tekrar başlayacaksın, bugün serbest gün olsun!" modu arasında gidip gelindi...
  • Kısacası "I. TATİL BİTTİ PROGRAMI" başarısızlıkla sona ermiş oldu!

***********************

  • Bu sabah normale dönmüş vaziyette, sabah müslili kahvaltı yapıldı..
  • Az önce de elma ve cevizli ara öğün yendi..
  • Öğle yemeğinde çorba, salata; 2.ara öğünde evde hazırlanan mini kepekli ekmek+b.peynirli tost var..
  • Akşam ise salata ve ekmeksiz köfte olacak...

************************************************************

Duvara çarpmak işte bazen böyle iyi geliyor!!!