31 Aralık 2009 Perşembe

bir yıl biterken*

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
Aradaki bölümün,
Ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
Zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
Sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,
Bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin
Kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin, namussuzluk olduğunu;
Gerçek namusun, günah elinin altındayken,
Günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da“lezzet” kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya...
Kalp durur...
Akıl unutur...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...



* kimi kaynaklarda Mevlana, kimi kaynaklarda Can Dündar imzalı bu sözlerle veda edelim 2009'a...

30 Aralık 2009 Çarşamba

iyi bir sene olması dileğiyle...

Yılbaşı akşamı hindi yemek âdet midir?

Birbirine hediyeler vermek?

Tam geceyarısı kapının önünde nar parçalamak, bereket olsun diye?

Kırmızı giymek âdeti çoook mu eskilere dayanıyor acaba?


Bilmiyorum.


Âdet diye sunulanları yapıp yapmamak tercih meselesi. Ama bildiğim; iyi-kötü bir yılı bitirirken ve bilmediğimiz nicelerine gebe yeni yılı karşılarken, iyi dileklerimizi sunmamız birbirimize, âdet olduğundan değil de içten geldiği gibi...



Sağlık, Sevgi, Huzur, Başarı, Bereket ile...


Yeni yılınız kutlu olsun.






hamiş1: Geçen senelerden gelen bir maile eklenmişti yukarıdaki foto... bir kez de buradan paylaşayım dedim...

hamiş2: Ben de başta saydıklarımın çoğunu yaptım veya yapmaktayım da şu "hindi" adetini(!)" sevemedim nedense (hindi etini pek sevmediğim için mi acaba?). Abartılı sofralar da kurdum gerektiğinde... Ama bir seferinde -kendimce- olayı protesto edip, yılbaşı akşamı yemeği olarak "tarhana çorbası, kuru-fasulye, pilav-turşu" çıkarmıştım. Eşim de o akşam kayınvalidemleri davet etmiş, Sürpriiizzz!!!! Masayı görünce hafif şok yaşamışlardı! O sırada çalan zil, gelen görümcemin kızı, elinde kocaman bir tepsi içinde iç pilavlı hindi ... Evde ben hariç herkesin yüzünden bir sevinç dalgası geçti gibi gelmişti bana! Böylece "hindisiz yılbaşı geçirmemiş olduk Allah'a Şükür!!!"

Bu sene de eşime rica ettim, hindi almasın diye... Yine kestaneli iç pilav yapacağım ama biz hindi yerine tavuk yesek olmaz mı???

27 Aralık 2009 Pazar

2. haftaya girerken*...

*gece yarısından sonra yazdığım için "dün/bugün" karışmıştı :) düzelttim...

Dün 45' yürüdüm, sonra da 15' kadar eliptik bisiklette ter attım.

Bugün 2. haftam başlıyor ve bu haftadan itibaren spor aksamayacak! Uykudan fedakarlık edilecek, işten erken gelinecek, akşam uykudan önce yapılacak... Yani bir şekilde hareket hayatımızda olacak! Bu haftanın kuralı bu! Anlaşıldı mı? Anlaşıldı! Süper!

Dün sabah;
  • 4 kaşık müsli
  • 1/2 bardak süt
  • 1 kupa sade filtre kahve ile kahvaltımı yaptım. Çok da hoşuma gitti.

Sonra;

  • 1 mandalina ve 6 adet kadar badem yedim.

Saat 11.45 gibi annemle kahve içtim: 1 türk kahvesi fincanı köy sütüne 1 çay kaşığı nescafe (nescafe'de de yağ olduğu için eski diyetisyenim dikkatli kullanılmasını salık vermişti).

14.30 gibi çok acelem olduğu için ayaküstü (hata biliyorum)

  • 1 tutam roka ve maydanoz
  • 200ml kendi yaptığım yoğurt (süt ve sütlü gıda miktarı biraz aşıldı gibi)
  • 2 yumurta büyüklüğünde haşlanmış tavuk göğsü yedim.

Bu arada su+metabolizma çayı da var...

Saat 16.00 gibi bir düğüne katılmak üzere yola çıktık eşimle ama düğünden önce "güya" İstiklâl'de biraz dolaşacağız, bir şeyler atıştıracağız (düğün yemekli mi bilmiyoruz, o yüzden ben hiç olmazsa salata yemek istiyorum) ama trafik berbat, milim milim...

2. ara öğünü de yapmadığım için iyice acıkıyorum, eşim de öğle yemeği yememiş. Trafikte satış yapanların arasında "muz satan adam"ı görünce seviniyoruz ama bir yandan da "bunu yemem ne kadar doğru?" diye düşünüyorum. Sonuçta, düğün başlayana kadar aç durmaktansa, muzun 1/2sini yemek mantıklı geliyor ama eşime laf anlatamadığım için 3/4 ünü yemek durumunda kalıyorum. Kalanı eşime...

Düğün yemekli değil! Mini pizzalar, ekler pastalar, hindistancevizli toplar, tatlı ve kuru pastalar ve kuruyemiş var. İçecek olarak da fanta ve cola... 4 badem, 1-2 de fındık ve 1/2 de çubuk kraker (susamsız, ince) alıyorum, içecek ve düğün pastasını eşime ikram ediyorum.

Eve gelince sadece susadığımı hissediyorum ve bol su içip, yatıyorum.

Yiyecek niteliği açısından öğleden sonrası pek parlak sayılmasa da, irademin test edilmesi bakımından başarılı olduğunu düşünüyorum...

Ben galiba artık "deli gibi yemek aramıyorum"...

25 Aralık 2009 Cuma

esas detoks beyne lâzım

Biraz önce ara öğünümü yedim.

Normalde bu vakitte meyve yemem (yani yemezdim) hatta "ben pek meyve yemezdim, çok sevmezdim çünkü..." desem daha doğru olur. Onun yerine bu saatte kahvem ve yanında mesela bir dilim kek veya kurabiye veya çikolata veya bisküvi... Üstüne bastırsın diye minik bir tuzlu... Çok mu tuzlu geldi, bir minik ısırık daha tatlı... Kaç kalori oldu? Saymazdım, saysaydım bu halde olmazdım.

Şimdi küçük bir yeşil elma (hafif ekşi) ve kendi yaptığım yoğurdumdan 2-3 kaşık. Ben eskiden çok yoğurt da yemezdim: diyetteeeeeen diyete! Gerçi yoğurtlarımı kendim yapalıberi, sever oldum yoğurdu, o da ayrı...

Geçen gün yolda ablamı gördüm, "un kurabiyesi aldım akşama" dedi. "Hayııııırrrrr!" demişim yol ortasında, acıklı bir tonda, sesim de biraz yüksek çıkmış. O da şaşırdı! "N'olur, sen ye, bize getirme. Ben hakkımı 16 Ocak'tan sonra kullanacağım" dedim. (16 Ocak -25 Ocak arası bir seyahatimiz var ablamın da katılacağı) "Tamam o zaman, bak orada ben sana neler tattıracağım" dedi... Kendisi incecik, biliyorum ben seviyorum diye...
Sonra ertesi akşam eşim, elinde 1 kutu en sevdiğim tatlı, çayın yanına... O da ben seviyorum diye...
Bir sonraki gün kayınvalidem zili çaldı, "tekir ve hamsi aldım, sen seviyorsun ya..." diye uzattı paketi...
ühü ühü ühü...

Ne mi yaptım; ne un kurabiyesinden ne de tatlılardan yedim, balıkları ev halkına sevdikleri gibi, una bulayarak kızarttım, kendime de yağsız tavada pişirdim.

6. günün içerisindeyim. Yeme-içme konusu çok iyi maşallah! Diyet dışı hiç birşey yemedim, içmedim. Akşam yemeklerinden sonraki krizler devam ediyor maalesef!

Yani "3. günden sonra geçer"miş ama bende geçmedi, "geçmeye de niyeti yok galiba" diyordum ki bu sabah birşeyi farkettim:
Sabah olup, "yaşasın, bir günü daha hasarsız atlattım"diye sevinirken, bilinçaltımdaki beklentimin "şu katı kurallı günler geçse ve değiştirmeli/dikkatli yeme moduna geçsek de ben de akşamları çayın yanında tabaklara mıyıl mıyıl bakmasam" olduğunu farkettim.
Yani hâlâ eskiye döneceğim gibi birşey bekliyor beyinciğim! Gündüzleri hiç birşey ama gece çay faslı yok mu, bitiriyor beni!

Cidden nasıl bir "ALIŞKANLIK" yok yok "BAĞIMLILIK" olmuşsa artık!

22 Aralık 2009 Salı

ordan burdan

Yine yemeklerimi yanımda taşımaya başladım. Ara öğünlerim, öğle yemeğim, hatta meatbolizma çayımın oluşturduğu "mini çıkın"ım ile geliyorum işe.Bu bile, bu küçük görünen eylem bile, insanı "hazır ol" çizgisinde tutuyor.

Her zaman böyle olmayacak, biliyorum. Yani kritik zamanları atlattıktan sonra, sadece ara öğünlerim yine çantamda olacak ama mesela öğle yemeğinde "işyerinde ne çıkıyorsa onu, seçerek ve kararınca" yiyebileceğim için, yanımda taşımayacağım.


* * *


Bu sabah 07.30 gibi televizyonu açtığımda Mehmet Öz'ün TV programı çıktı karşıma. Tekrar yayındı sanırım ve "sağlıklı atıştırmalık seçenekler" konusunda bilgi verdiği bölüm dikkatimi çekti. Öncelikle, seyircilerden 2 kişiyi seçerek, onların "atıştırmalık" tercihlerini aldı. Sonrasında kendi tercihlerini sıraladı (bu tercihler 'snack otomatının' sunduğu seçenekler çerçevesinde yapılıyor):

3. tercihi yer fıstığı
2. tercih çok tahıllı gevrek
1. tercih mısır patlağı

(Bu noktada 1.seyircinin de seçimi Öz gibi mısır patlağı olduğu için büyük ikramiyeyi kazandı :)Bu da magazin boyutu idi :))

Bu tercihleri kalorilerine ve içerdiği maddelere göre yaptığını belirtti Öz. Amacın 'sizi yemek saatine kadar idare edecek, 1 saat sonra tekrar birşeyler atıştırma ihtiyacı hissettirmeyecek şeyler yemek olduğunu' söyledi ve dedi ki: "ATIŞTIRMALIKLAR 200 CAL.DEN DÜŞÜK OLMALIDIR"

Hmm! Bunu sanırım daha evvel de okumuş veya duymuştum. Ama şimdi "görsel" olarak da izlediğim için hiç unutmam diye düşünüyorum.


* * *

Dün akşamki sporum 10 dakikalık "duvar hareketleri" ile sınırlı kaldı.

Bu sabah saati 06.30'a kurdum spor yapmak için... Kalkamadım :(

10' 10' ileri aldım alarmı... Alarm çaldı ben susturdum, alarm çaldı ben susturdum... Tâ ki gerçek kalkma saatim gelene kadar... En sonunda bu sabahki sapor yapma işini akşama bıraktım.

Yemek düzenim ise iyi gidiyor. Dün akşam çay faslında "krizim" tuttu ama atlattım şükür! 3 gündür liste dışı bir şey asla yok! Çorba kasesi ölçüm bir iki kez abartı oldu o kadar... 3 günün "aferin" raporu:

  • Pazar günü; pazar kahvaltısının ekstralarından, 5 çayının yanındaki mamalardan
  • Dün; çiğ köfte partisinden
  • Bugün; okuldaki doğum günü partisinde ikram edilen nefis şeylerden

uzak durdum ve kendime kocaman bir "aferin" dedim.

* * *

Bir de, bu dönem her zamankinden daha bakımlı ve şık olmaya karar verdim.

Çok makyaj sevmem, doğal görünmek tercihim: göz kalemi, rimel ve parlatıcı tüm malzemem... Ama saç konusunda çok dikkatliyim. Kesin bakımlı olmalı. "saçım iyiyse, ben de iyiyim" cilerdenim ben de...

Eskiden büyük beden reyonları "anne/anneanne" kıyafetlerinin olduğu yerlerdi. Allah'tan şimdiki "büyük beden" kıyafetler çok daha modern... Bu konuda şanslıyım. Alışveriş yaptığım 2 mağazanın çalıştığı modacılar çok zevkli kreasyonlar hazırlıyorlar. "Malum bölgeleri", uzun ve modern kesimli tunik, hırkalarla kamufle etmek mümkün artık... Zaten ben de tipik "armut kadını" olarak, o bölgelerle savaş halindeyim :(

Masada otururken gören beni "normal bir hatun" diyebilir ama ayaktayken... Offf... :(

Bugün bir veli geldi, "çok hoş göründüğümü, ne kadar da kilo verdiğimi" söyledi... Teşekkür ettim masamdan, ayağa kalkıp da hayal kırıklığı yaşatmak istemedim, hem O'na hem kendime...

* * *

Her sabah uyanıp da "bugün başlayacağım" dediğim ama akşam olduğunda umudumun ertesi güne kaldığı günler bitti nihayet. Hani derler ya, "Umut iyi bir kahvaltı, fena bir akşam yemeğidir" ... Ne doğru bir söz!

Umut dolu sabahlar ve umutlarımızın eyleme geçtiği akşamlar hep bizimle olsun...

20 Aralık 2009 Pazar

yola çıktım yine

Yarın Sabah uyanıp da, "Eyvah! Bugün Pazartesi... Diyete başlamam gerek!" sendromuna girmeyeceğim. Çünkü bu sabah itibariyle "kendime söz verdiğim gibi" tekrar koyuldum yola... Full motivasyon ile bir kez daha, bilmem kaçıncı kez, tekrar... Adı ve amacı her seferinde değişse de dilimde, yol aynı. Hatta bu sefer ad da vermeyeceğim, anlamlar da yüklemeyeceğim... Çok sevdiğim dizelerdeki gibi "uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece..." , bu kadar!
(son zamanlarda konuşmalarında bu dizeleri alıntılayan siyasetçiyi getirdiysem aklınıza, özür dilerim ):

Tüm gün tahminimden iyi geçti. Hatta biraz önce, yarım saatçik de olsa sporumu bile yaptım. Huzur içinde uyuyacağım bu akşam.

Daha evvel yaptım, yine olacak... Hem de şimdiye kadar yapabildiklerimden bile daha iyisini başaracağım... Yaş 40'ı aşmış, metabolizma eskisi kadar hızlı değilmiş... Hiçbiri engel olmayacak!

Başaracağım; bir kendim, bir de senin için...

19 Aralık 2009 Cumartesi

Mehtap'a mektup

Sevgili Mehtap, dün gece oturdum, "önce sağlık" etiketli tüm yazılarını çıkarttım. Hatta; "önce sağlık"başlığına tıkladığımda çıkmayan "2008 tarihli Önce Sağlık" yazılarına da 'manuel' olarak ulaştım... Sonra teknolojiye güvenmeyip (!), diğer yazılarını da ay ay çağırdım blogundan ve tek tek "word" e attım.

Sonra...

Sonra bu sabahtan beri de, hem tekrar okudum, hem de düzenledim onları... Fotoları almadım, kestim, başlıkları koyultup ortaladım, sonra bazı "bence" çok önemli yazılarını da koyulaştırdım, altını çizdim, maddeler haline getirdim. Yorumların hepsine girmedim henüz.. Zaten onları ayrı bir dosyada toplayacağım. Ve gördüm ki; ne çok emek vermişsin, ne çok... O kadar duygulandım ki... Hani bir okurun demişti ya, "neden kitap yazmıyorsunuz?" diye... Sen çoktan yazmışsın o kitabı, hâlâ da yazmaya devam ediyorsun. Lütfen, zaman bulursan eğer, bunu düşün. 5-10 kişinin okuduğu bir blogdan, yüzlere, binlere ulaşmanın ve bu sayede yazılan başarı öykülerinin verdiği mutluluk ve gururu paylaş diğer insanlarla da... Acizane bir öneri benimki...

Peki neden mi yaptım, bu "yazılarını" toplama işini? Kendim için! Dönüp dönüp okumaya ihtiyacım olduğu için! Bana bundan başka hiçbir şey iyi gelmediği için!

Sana yazan "bahar, funda, nükhet, emoş, güneş ve diğerleri"nden sonra az daha bir başka öykü de benden gelecekti! Ama benimki mazallah "bir başarısızlık öyküsü" olarak kara kalemle yazılmış olacaktı. Az kalmıştı, çok az! Daha öncekiler gibi; 10 verip 15 aldığım, 20 verip +25 ile kapattığım o "yo-yo diyetler" dönemindeki gibi... Halbuki bu sefer diyet de yapmadım. Gerçekten yapmadım, sadece sağlıklı beslendim, mükafatını da gördüm, 12 kilo verdim. Canım eskisi gibi yemek, tatlı yemek istemiyordu, diyet konuşmayı, düşünmeyi bırakmıştım... Uzun zamandır içimde yaşattığım"Pazartesi=Diyete Başlama Günü" sendromunu çoktaaan geride bırakmıştım... "spor=vakit buldukça yürüyüş ama düzenli değil" şeklinde hayatımdaki eksik parçaydı ama günlük koşturmalarla dengelemeye çalışıyordum... Sonra ne oldu, ne zaman oldu hatırlamıyorum! Ama ne zaman ki bıraktım, bu sağlıklı yaşam frekansından ne zaman ki ayrıldım(acı olan ne zaman bıraktığımı da tam olarak bilmiyorum) yaklaşık 3.5 ayda 6 kilo geri gelmiş! Başlangıca dönmeme de 6 kilo kalmış...

Bloguna bıraktığım bir yoruma cevap vermiştin: "lütfen yenilme, lütfen!" diye ve ben de söz vermiştim "yenilmeyeceğim!"... Aslında o tarihten sonra kilo almaya devam ettiğim için kendimi sana karşı biraz mahcup hissetsem de, ipin ucunu tamamen hiç bırakmadım, gevşettim ama bırakmadım! Onca işinin gücünün arasında bana ve diğerlerine ayırdığın zaman ve verdiğin cevaplar olmasa, ben çoktan yine 52 beden kıyafetlerime geri dönmüştüm ama hâlâ 48'e devam ediyorum... Buna sevinilir mi, evet! Ben her durumda şükretmek gerektiğine inandığım için, evet! İyi ki varsın! Karşılıksız yaptığın çabalarının, tüm emeklerinin mükafatı sana bir şekilde dönecek, buna yürekten inanıyorum. Hakkında hayırlı olanların seninle buluşmasını diliyorum, can-ı yürekten...

Bana gelince; başa döndüm... Zaten tam olarak hiç uygulayamamıştım dediklerini... Biraz senden, biraz eski bilgilerden ortaya karışık bir uygulama idi benimki, belki de bu yüzden bir süre sonra iflas etti... Şimdi en başa, sadece senin "tavsiyelerinle"... Mayıs'09dan yanıma kâr kalan "verilmiş 6 kilom" var, onu da heba etmeden, ilk 2 haftalık listene dönüyorum...

Sevgilerimle..

p.s. kararsız kaldım, bloguna yorum olarak da aktarmalı mıyım yazdıklarımı bilemedim... belki "ibret" diye okuyan, ders alan olur...

18 Aralık 2009 Cuma

"6"

92+6=98
98+6=104

Bu yolculukta vardığım en düşük rakamın üzerine "6" koymuşum ...

Başladığım noktaya varmama ise"6" kalmış ...

Nasıl oldu bu!

:(((

Tam ortasındayım gittiğim yolun ...

"6" versem, takıldığım noktaya geri dönüş yapıp, tekrar hevesleneceğim... "6" daha alsam, başladığım yere dönüp kendimle "gurur" duyacağım!

Bu arada, 6 benim uğurlu sayım!

Bunu nasıl okumak lazım?

"Bu bana bir mesaj" diye okumak istiyorum ben: "kendine gel, toparlan! zamanın kalmadı... " diyor bana "6" rakamı...

14 Aralık 2009 Pazartesi

kısmet!

Mart ayında atlattığım bel fıtığı nüksetti sandım, ödüm koptu!

O zaman da böyle, aniden başlamıştı..

Doktor "bel fıtığı" demişti ve "yürüyüş bandının, sert zemini sebebiyle tetiklemiş olabileceğini" söylemişti...

Fizik tedavi, termal, dinlenme, masaj, kilo verme, korse, vs. ile atlattım da ameliyattan kurtuldum...

Geçen gün yine belim ağrımaya başlayınca "eyvah!" dedim, "yine başlıyor galiba!"...

Bıraktım yürüyüşü de diğer hareketleri de... Halbuki yine tam motivasyon modundaydım :(( Ama ne yapacaksın, "can tatlı"!

Devamlı dinlendim... Kas gevşeticiler, masaj, vs. ile neyse ki, şimdi iyiyim...

Yani yola devam...

Kısmetimiz nereye kadarsa bakalım...

6 Aralık 2009 Pazar

diyet modu:2.gün

Hafifim
Hafifsin
Hafif

...


Neden böyle hissediyorum:

Hem yediklerimden (pardon yemediklerimden demem lazım aslında) ve hem de vicdanımdan böyle hissettmem...

Yani...

Yani her şey yolunda :)

Kendime attığım fırça bu sefer işe yaradı. "oldu oldu! olmadı bu blogu kapatacağım" tehdidinin bunda payı ne kadar bilemem ama 2 gündür hem diyet/dikkatli beslenme, hem de spor eksiksiz yapılıyor. E, ben hissetmiyeyim de hafifliği kim hissettsin...

...

Bu arada aldığım "cardio twister" aleti fecaat çıktı. Tabi bu göreceli bir kavram ama kalite olarak ı-ıh! Hiç beğenmedim. Detayları ayrıca yazacağım.

Süper bir hafta olsun inşallah!

4 Aralık 2009 Cuma

son bir şans

Sadece başarı mı ödüllendirilmeli?

Başarısızlık durumlarında da; "gaza getirmek", yeni tabirle "motivasyonu arttırmak için" araç olsun diye hediye bâbında bir şeyler verilmez mi?

Bence olabilir...

Minareyi çaldım da kılıf mı uyduruyorum?

Bu da olabilir?

Ama gerçek şu ki 26 Ekim'de yazdığım yazıda bahsettiğim "...başarı hikayelerinden feyz alınmazsa, benim gibi 2 ileri 1 geri, gidilip gelinir.. Daha kötüsü hep geri.. Allah korusun!" durumları gerçek olmak üzere... Yani hep geri vitesle gitmeye başladı benim araba:

Eylül'den bu yana 92-94-93.1 ve şimdi 95.8!

Ama başka bir şey beklemiyordum ki... Aldığımı biliyordum. Böylesine ipin ucunu kaçırmış halde yer ve üstüne üstlük hareket olarak da sıfır noktasında olursan, aslında az bile +2.7kg.

Sabah uyandım, içimde bir huzursuzluk.. Tartılma günüm ya! Suçumu da az çok biliyorum!

Önce "bugün tartılma, moralin bozulmasın" falan dedi içimden bir ses... Sihirli çubuk var ya elimde, bugün tartılmayacağım ve 3 gün sonra "hooopp, değiş tonton" (bu çizgi filmi hatırlayan var mı acaba?) mu olacak!

"Hayır, bugün, hemen şimdi tartılıyorsun, dibe vuruyorsun ki artık kendine gelip yüzeye çıkmak için birşeyler yapmaya başlayasın" diye buyurdu öbür ses...

Öbür sesi dinledim, çıktım tartıya: 95.8
İndim, bir daha çıktım: 95,7
Yani +2.7...

Aferin bana...

Şimdi bırak ah'lanıp, vah'lanmayı...

Ne yapıyoruz, onu söyle...

Çok özet bir şey söyleyeyim:

  1. ben yiyerek zayıflayamıyorum.. bu 2*2=4 kadar net benim için.. bu sebeple, kendime yeni bir beslenme programı oluşturacağım...

  2. 2lt.lik su şişemi ölçü yapıp, gün içerisinde bu suyu muhakkak tüketeceğim.

  3. hareket.. hareket.. hareket... "bu olmazsa asla ama asla olmuyor, biliyorum ama uygulayamıyorum" devrinin sonu... yazının başında sorduğum ve cevabını verdiğim "başarısızlık da ödüllendirilir mi? motivasyon için, evet" tezimi kendim için gerçekleştirdim:


    Bunu almadan çok düşündüm... Evde olmayan spor aleti yok gibi ama "yer-zaman" olarak bir türlü buluşamıyoruz diğerleriyle...Bu alet oturma odamızın bir kenarında uslu uslu, görüntü kirliliği falan da yapmadan beni bekleyecek ve ben istediğim zaman, engeller olmadan ona ulaşabileceğim. Buradan aldım ürünü... Kitap harici internetten alışveriş yapmadığım için biraz tedirginim... Kalite olarak iyi bir şey mi gelecek, hasarsız elime ulaşabilecek mi, vs.. İyi düşünelim, iyi olsun...

Son bir husus daha...

Hadi biraz iddialı konuşayım:

Allah'tan bir mani olmaz, sağlık, vb. bir problemim olmazsa, 04.01.2010 tarihindeki ibre "-" ye çevrilmiş olacak. Olmazsa, bu blogun varoluş nedeninin bir anlamı kalmayacağı için, ocak 2007'de nasıl başladıysa bu yola, öyle de sessiz kendini yok edecek...

Çok net, değil mi? Kızım sana söyledim ama gelinim de anladı sanırım...

3 Aralık 2009 Perşembe

anlayana...

İnternet yok!

İş anlamında hayatımızda ne büyük yer kapladığını, kesildiği anda hissettiğim boşluktan anlıyorum.

Sabah beri ne yapacağımı bilemeden dolandım, durdum... Sonra "biraz temizlik yapayım pc'mde" dedim, masaüstüm yine almış başını gidiyordu çünkü... Biraz derledim, toparladım ama o da bitti...
"En iyisi" dedim, "biraz yazayım, internet gelince de yayınlarım".

Biraz önce sabah kahvemi içerken, bir yandan da dün hissettiğim duyguların bugün iyice hafiflemiş olduğunu düşünüyordum. Zaten bu inişler çıkışlar olmasa, hayat da yaşanılmaz olmaz mı?

Dün o ruh halinde çok kızgın ve kırgın olduğum birine ulaşmaya çalıştım. MSN'de çevrimiçi görünüyordu. Bir iki hal hatır cümlesinden sonra bekledim, cevap yazacak, ben de içimi dökeceğim ama cevap yok... "Demek pc başında değil" dedim. Sonra iş güç unuttum gitti... Akşamüzeri cevap geldi, "iyiyim, sen nasılsın... bilgisayarı açık bırakıp çıkmışım, dönünce gördüm iletini..." Okudum ama cevap yazmadım... Zaten bu sefer de ben çevrimdışı göründüğüm için, "yok" olmak işime geldi. İçimdeki kırgın ve kızgın "ben" tamamen olmasa da biraz sakinlemişti gerçi ama içimden ne sabahki gibi O'na çıkışmak ne de halini hatırını sormak geldi. Kapattım MSN'i...

Sonra...
Sonra şöyle bir yazı çıktı karşıma bir konuyu araştırırken:

"Bu hayatinizi değiştirecek.90/10 sırrı inanılmazdır! Çok azımız bunun farkındadır.

Sonuç Pek Çok insan gereksiz yere stresten, dertlerden, problemlerden ve bas ağrısından acı çekmektedir.
Bu sır nedir?


Hayatin %10u, sizin başınıza gelenlerden oluşur. Hayatin diğer %90ina ise sizin bu başınıza gelenlere nasıl davrandığınızla karar verilir.

İnsanlar anlamsız şeyler söyler ve yaparlar. İnsanlar hasta olurlar. Arabalar bozulurlar. bir seyler olur, bütün planlarımızı alt üst eder. Trafikte bir sürücü canimizi sıkabilir v.s. Bu %10luk kısım tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşir.

Diğer %90lik kısım farklıdır. Diğer %90lik kısmı siz belirlersiniz. nasıl? Olaylara yaklaşımınızla!
Bir örnek verelim:


Ailenizle kahvaltı yapıyorsunuz. Kızınız, kahve fincanına çarpıyor ve bir fincan kahve gömleğinizin üzerine dökülüyor. Biraz önce olan olay üzerinde hiçbir kontrolünüz yok
Sonradan olacaklar ise sizin davranışınıza göre belirlenecek.

Lanet ediyorsunuz. Kahveyi üzerinize döktüğü için kaba bir şekilde kızınızı azarlıyorsunuz. Kızınız üzülüyor ve ağlamaya başlıyor. kızınızı azarladıktan sonra esinize donuyor ve kahve fincanını masanın kenarına Çok yakın koyduğu için eleştiriyorsunuz. Bunu kısa bir sözlü tartışma takip ediyor. öfkeyle üst kata çıkıyor ve gömleğinizi değiştiriyorsunuz. Aşağıya indiğinizde kızınızı, ağlamaktan dolayı kahvaltısını bitirememiş ve okul için hazırlanamamış bir halde buluyorsunuz. Kızınız otobüsü kaçırıyor. Esinizin ise gitmek için hemen çıkması gerekiyor. Hemen aceleyle arabanıza koşuyorsunuz ve kızınızı okula bırakmak üzere hareket ediyorsunuz. Geç kaldığınız için, saatte 90 km hız sınırlaması olmasına rağmen saatte 120 km hızla gidiyorsunuz. 15 dakikalık gecikmeden ve hız limitini astığınız için ödediğiniz 60 milyonluk trafik cezasından sonra okula ulaşıyorsunuz. Kızınız size Hoşça kal demeden binaya koşuyor. Ofise 20 dakika gecikmeyle geliyorsunuz ve evrak çantasını evde unuttuğunuzu anlıyorsunuz. Gününüz korkunç bir şekilde başladı! Devam ettikçe kötüleşiyor, daha da kötüleşiyor sanıyorsunuz. Eve gitmeyi dört gözle bekliyorsunuz. Eve ulaştığınızda esiniz ve kızınızla olan ilişkilerinizde araya sıkıştığınızı sanıyorsunuz.

Neden?
Sabahleyin nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak!

Neden kotu bir gün geçirdiniz?
A) Kahve sebep oldu

B) Kızınız sebep oldu
C) Polis sebep oldu
D) Siz sebep oldunuz

Cevap D şıkkı. Kahvenin dökülmesinde sizin bir kontrolünüz yoktu. Sizin gününüzün kotu geçmesine o 5 saniye içindeki davranışlarınız sebep oldu.

Olabilecek ve olması gereken ise şöyleydi:

Üzerinize kahve döküldü. Kızınız ağlamak üzere. Siz nazikçe Tamam tatlım, bir dahaki sefere biraz daha dikkatli olman gerek diyorsunuz. Havluyu kaptığınız gibi üst kata çıkıyorsunuz. gömleğinizi değiştirip, evrak çantasını aldıktan sonra Aşağıya iniyorsunuz ve ayni anda pencereden kızınızın otobüse bindiğini görüyorsunuz. Kızınız geri donup el sallıyor. Siz ve esiniz ise gitmek için birlikte çıkmadan önce öpüşüyorsunuz. 5 dakika önce ise geliyorsunuz ve çalışma arkadaşlarınıza neşeli bir şekilde selam veriyorsunuz. Patronunuz ne kadar güzel bir günde olduğunuz hakkında konuşuyor.

Farka bakin!

İki farklı senaryo. İkisi de ayni başladı. İkisi de farklı bitti.

Neden?

Nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak. Gerçekten olanların %10unda hiç bir kontrolünüz yok.
diğer %90i ise sizin tepkinizle belirlenir."


İşte böyle... O karmaşık duygular içindeyken karşıma çıkan yazıya "tesadüf" demek mümkün mü?

2 Aralık 2009 Çarşamba

havada bulut yok...

Bugün kendimi biraz tuhaf hissediyorum. Aslında bir süredir böyle de bugün iyice tavan yaptı sanki. Havadan da değil, dışarısı günlük güneşlik... Ama hüzün var içimde, burukluk, biraz da küskünlük... Çok kırılgan hissediyorum. Bunların hiçbir özel bir sebepten değil veya hiç sebepsiz değil... Birikim olabilir mi? Olabilir. Sadece bir yer var, huzur bulacağım. Ama o yere giden tren çoktan uzaklaştı. Peşinden gidiyorum ama yetişebilmem mümkün mü? Yetişsem bile, oraya vasl olabilmem mümkün olur mu?



***


"Elif Şafak" demiştim, "Aşk "demiştim, "40 kural" demiştim ya, tek tek yazacaktım ama baktım internette çoktan yerini almış...
Bana da bunlardan birini alıntılamaktan başka bir şey kalmadı:

Gönlü geniş ve ruhu gezgin sufi meşreplilerin kırk kuralı:

1. kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

2. kural: Hak yolunda ilerlemek yürek işidir,akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun,omzun üstünde ki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil !

3. kural: Kur’an dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonra ki batıni manadır. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

4. kural: Kainattatki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.

5. kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği:Bırak kendini, ko gitsin; akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

6. kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk konusunda dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.

7. kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikati keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

8. kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

9. kural: Sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

10. kural: Ne yöne gidersen git, doğu,batı,kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

11. kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

12. kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

13. kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı, hoca ,şeyh, şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

14. kural:Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

15. kural: Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış birsanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermek için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.

16. kural:Kusursuzdur ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde belebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir , ne layıkıyla sevebilirsin.

17. kural: Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

18. kural: Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara, dışında, başkalarında değil ve unutma ki nefsini bilen Rabb’ini bilir. Başkalarıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır

19. kural:Başkalarından saygı,ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

20. kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

21. kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi,hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek,kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

22. kural: Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdimi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

23. kural : Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı , kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir , ya kıymet bilmeyiz.Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadırne tefritte. Sufi daima orta yerde…

24. kural : Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzünde ki halifesi olduğunu hatırlayarak , buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

25. kural : Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an da burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

26. kural : Kainat yekvücud, tek varlıktır. Herşey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti herkesin yüzünü güldürebilir.

27. kural : Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır, şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır.Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin herşey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.

28. kural : Geçmiş zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu anın hakikatini yaşar.

29. kural : Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten,”ne yapalım, kaderimiz böyle”deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin,ne de hayat karşısında çaresizsin.

30. kural : Hakiki sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez.Sufi kusur görmez kusur örter.

31. kural : Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bunda ki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ,ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

32. kural : Aranızda ki perdeleri tek tek kaldır ki Allah’a saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama !

33. kural : Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol! Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışında ki biçim değil içinde ki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil hiçlik bilincidir.

34. kural : Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

35. kural : Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Allah’a inanmayan kişi ise içinde ki inananla. İnsan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

36. kural : Hileden,desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan !

37. kural :Allah kılı kırk yaracak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır; bir de ölmek zamanı.

38. kural : Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım ? Diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa,yazık !Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

39. kural : Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz. Her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. Ölen her sufi için bir sufi daha doğar.

40. kural : Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani diye sorma!Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşk’ın hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde ya da dışındasındır, hasretinde..


hamiş: dün "mevlana"yı ve öğretilerini çok seven bir arkadaşım ve annesiyle "Aşk" üzerine bir kaç kelam etmek istedim ama baktım ki "bir konudan alınan lezzet, herkesin nasibi kadar"... Sustum!