13 Nisan 2010 Salı

ah istanbul!

Bu sabah erkenden, kahvaltı yapmadan çıktık evden. Daha önceden eşimle yaptığım pazarlıkla, "sadece çorba içeceğiz ona göre..." tembihleriyle, Üsküdar Kanaat'de çorba içtik. (Daha evvel, saat 10'da yine Kanaat'e bir çorba içeceğiz diye girip, sabah sabah Özbek Pilavı ile bitirmiştik menüyü!)

Sonra randevumuz için tekneyle karşıya geçtik. İstanbul'da bir randevuya yetişmeye çalışıyorsanız ve mesafe da biraz uzunsa; tam zamanında orada olmak nadir bir durumdur. Ya geç kalırsınız, ya da vaktinden önce randevu yerinde olur, beklersiniz. Biz de trafiğe takılmamak için evden erkenden çıktığımızdan, biraz erken bir saatte karşıdaydık ve epey de bir zamanımız vardı. Pazar gezmesine çıkmış gibi yürümeye başladık caddelerde. İnsanların işlerine yetişmek için koşturmalarının, hızlı adımlarının yanında bizim aheste adımlarımız tuhaf kaçıyordu aslında... "Yaya trafiğini aksatıyoruz" dedim eşime, "gel biz de hızlı tempoya geçelim." Eşim teklifime kayıtsız da kalsa, ben hafiften tempo arttırıp, "ben de sizdenim" mesajı verdim etraftaki insanlara :)

Hem dolmuştaki, hem de sonrasında caddelerde koşturan insanların ellerindeki mini poşetler dikkatimi çekti. Kahvaltılarını işyerlerinde yapacaklarını belli eden poşetlerde görünen simitler, poğaçalar; çorbamı içmiş ve doymuş olmama rağmen az daha beni de baştan çıkartacaktı. El arabalarındaki çıtır İstanbul simidinin cazibesine kapılmadan devam ettim yoluma ama envai çeşit unlu mamul satan bir fırının önünde uzayıp giden kuyruğa dahil olmamak için kendimle ciddi(!) mücadele verdim... Derken, bir pastanenin önüne çıkarılmış masalarda oturan insanların önlerindeki tavşan kanı çayları ve su börekleri, son darbe oldu. Eşim "hadi oturalım, bir çay içelim" dedi. Benim de içim gitti ama biliyorum ki sadece çay olmayacak, yanında Allah ne verdiyse getirtecek, "ben yemiycem" dediğimde de "küserim" deyip :)) beni kandıracak! "Hayır, oturmayalım!" dedim. Dedim ama ah içimden geçenler...

Neyse, tüm salvoları başarıyla geçiştirip, sağ salim ve hasarsız randevumuza yetiştik. Dönüş yolunda, yanıma aldığım "yeşil elma ve kayısı bademi" ile ara öğünümüzü yapıp, mutlu mesut ve en önemlisi vicdanen rahat evimizin yolunu tuttuk.

Bu erken saatlerini özlemişim İstanbul'u.. havasını, siluetini, insanların telaşeli koşturmalarını... Zaman zaman kızsam da, "iyi ki burada yaşıyorum" dedim bir kez daha...